Küreselleşmenin neresindeyiz?
Çin Cumhurbaşkanı Şi Jinping’in Davos’taki konuşmasının ardından, merkezinde küreselleşme olan bir tartışma başladı. Şi’nin konuşmasının esası, ticaretin ülkeler arasındaki akımını kesmenin yanlışlığı üzerineydi. Şi, ticari savaştan kimsenin kazançlı çıkmayacağını söyledi ve yeniliklerin sürüklediği, dengeli, hakkaniyetli, kapsayıcı bir gelişme modeli oluşturarak, küresel gelişmenin düzensizliğinin aşılması gerektiği önerisini yaptı.
Şi Jinping’in konuşmasında hem bir küreselleşme eleştirisi hem de yeni bir küresel gelişme modeli önerisi vardı.
'KÜRESEL GELİŞME DÜZENSİZDİR'
Şi Jinping’in “küresel gelişme düzensizdir” ifadesi, son 30 yıldır yaşadığımız serbest sermaye hareketine dayanan Amerikan merkezli küreselleşme modelinin kuralsızlığına vurgu olarak anlaşılmaktadır.
Joseph Stiglitz, küreselleşme büyük hayal kırıklığı kitabında küreselleşmenin sonuçlarını tarif etmişti. Stiglitz, gelişmekte olan ülkelerin sanayi ve tarım sektörlerinin yeni iş alanları yaratacak kadar güçlenmediği için, mevcut iş alanlarının yok edildiğini; çiftçilerin Avrupa ve Amerika’nın yüksek sübvansiyonlarıyla desteklenen ürünleriyle rekabet edemediğini; ticaretin işçilerin güvenlik ağı oluşmadan serbestleşmesinin işsizliği arttırdığını ifade etmiş; küreselleşmenin büyüme değil sefalet getirdiğini belirtmişti.
Sefalet üzerinde durulması gereken bir kavram. Çünkü küreselleşme son 30 yılın en büyülü kavramı olarak yükseldi. Bütün dünyanın kaçınılmaz olarak ayak uydurması gereken ve her ülke ekonomisini geliştirecek bir süreç olarak pazarlandı.
İkinci olarak üzerinde durulması gereken ve birincisini besleyen kavram ise küreselleşmenin kuralsızlığıdır. Küreselleşme süreci gümrük duvarlarını kaldırdı. Finans kapitali serbest dolaşıma açtı. KİT’leri özelleştirdi. Devletin ekonomiye müdahalesini sınırladı. Milli devletleri küçülttü. Gelişen ülkelerin sermayesinin önündeki her türlü kısıtlamaların kaldırılmasını hedefledi.
Küreselleşme 1980 sonrasında Amerika merkezli bir karşı devrim operasyonun sadece ekonomik değil, siyasal programıydı. Onun için küreselleşme bazı çevreler tarafından “yeni emperyalizm” diye de tanımlandı.
Küreselleşmenin “düzensizliği” milli devletleri sefalete sürüklerken, büyük bir kuralsızlıkla hareket eden emperyalist ekonomiyi şişirmesiydi. Onun için Şi Jinping’in bu “düzensizliğe” karşı, hakkaniyetli ve dengeli bir gelişme modeli önerisi anlamlıdır.
'HAKKANİYETLİ VE DENGELİ BİR GELİŞME'
Trump’ın ABD sermayesinin serbest dolaşımına dair eleştirisiyle başlayan tartışma, esas olarak sermaye ihracına dayanan bir küreselleşme modelinin iflasının zorunluluğu olarak yansıyor. Bu küreselleşme dünyada serbest dolaşan, üretimden kopuk, asalaklaşmış bir sermaye birikimi yaratmıştı. Bu, finans kapitalin zayıf noktasıydı ve 2008 küresel mali krizi bu kuralsızlığa ciddi bir darbe indirdi.
Ancak üretime dayalı ticari dolaşım çağımızda ekonominin bir zorunluluğudur. Şi’nin bahsettiği küreselleşme modelinin esası da budur.
İki model arasında ciddi bir fark vardır. Amerika merkezli küreselleşme modeli emperyalist sermayenin gelişmesine dayanırken, Şi’nin önerdiği küreselleşme modeli, milli devletlerin ekonomik gelişmesine dayanmaktadır. Şi’nin önerdiği model, Amerikan merkezli küreselleşme modelinin karşısındadır. Çünkü son 30 senedir yaşadığımız küreselleşme ticari rekabeti kendisi lehine bozmuş ve uluslararası iktisadi ilişkilerin merkezine vurguncu sermaye hareketini yerleştirmişti. Bu süreci milli devletlere savaş açarak yürütmüştü. ABD merkezli küreselleşme programının etkin olduğu ülkelerin ekonomisini üretimden koparmış ve sıcak para diktatörlüğü yaratmıştı.
Üretemezseniz ticaret yapamazsınız. Onun için ticarete dayalı bir küreselleşme, kaçınılmaz olarak üretim ekonomisine gereksinim duyacaktır. Ancak bunun için sermayenin kursalsızlığını dengelemek gerekmektedir. Şi Jinping’in Birleşmiş Milletler konuşmasındaki, gelişmişlik düzeylerinde artan farklılaşmalar, soğuk savaş perspektiflerinin devamı, güce dayalı politikalarda ısrar nedeniyle silahlı çatışmalar, terör gibi yepyeni güvenlik riskleri tehditlerine yönelik vurgusu, kuralsızlığı dengeleme perspektifini yansıtmaktadır.
Şi Jinping’in aynı konuşmasındaki, tüm ülkelerin bağımsızlığını, haysiyetini gözeten eşit hükümranlık ve karşılıklı bağımlılık içinde çok-kutupluluk vurgusu çağımızın temel niteliğini belirtmiyor mu?
Son 30 yıldır başımızın belası olan, kısa vadeli serbest sermaye hareketlerine dayanan küreselleşme tek kutuplu bir dünyanın programıydı. Bugün yeniden çok kutuplu bir dünya kuruluyor. Milli devletlerin, emperyalist gelişmeyi sınırlayan iş birliği ve ortaklıklara yöneldiği bir dünya. Üreten ülkelerin ticari işbirliğine dayanan “hakkaniyetli ve dengeli” bir ekonomik gelişmenin dünyası.
Özetle, Şi’nin konuşması bazı kesimlerde Çin’in Amerikanlaşması eğilimi olarak yorumlandı. Ancak Şi’nin konuşması çok kutuplu bir dünyanın ilanı ve dünyanın Amerikanlaşmasının kesin olarak önünü tıkayan bir atılımın habercisiydi.