21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kuru Otlar Üstüne ve Merve Dizdar

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

1921 yılında Vakaresko adlı kadın yazar Cemiyet-i Akvam’da Osmanlı hareminin bir kurul tarafından denetlenmesini teklif eder. Amaç; kadını uygarlık adına esaretten kurtarmaktır. Oysa bu tarihten çok önceleri birçok oryantalist ya da egzotik diyarları keşfe yönelen sergüzeştlerin sokakta bulamadıkları kadın gerçekten haremde, ancak, 1921’de Vakaresko’nun denetlenmesini istediği yerde değil, Darülbedayi sahnesiyle, -bir yıl sonra- Ertuğrul Muhsin’in, Halide Edip’in aynı adlı eserinden sinemaya aktardığı Ateşten Gömlek filmindedir.

Yeni icad sinema, ya da o dönemlerdeki tanımlanmasıyla cinematograf (hareketli görüntüler) her ne kadar Osmanlı devletinin son yıllarında bu coğrafyaya girmişse de, esas gelişim ve yaygınlaşmasını yeni rejim cumhuriyetin kültür sanat alanındaki kazanımlarından  gerçekleşme şansını elde etmiştir. Bu kazanımların başında da Müslüman Türk kadının sahne ve perdedeki temsili olmuştur.

İçinde yaşadığımız coğrafyada kadınların özellikle tiyatro ve sinemadaki serüveni sanıldığı gibi pek kolay olmamış, aksine verdikleri bir dizi bedellerle gerçekleşme olanağını yakalamıştır. Mahalle baskısı, yasak, günah ve de her bir engellemeye karşın sahneye çıkma cesaretini gösteren Afife Jale’nin başına gelenleri bir kez daha yinelemeye sanırım hiç gerek yok. Aşırı tepkiler, suçlamalar, uzun, yıpratıcı ve caydırıcı soruşturmalar vs... Sonunda ise tüm bunların bedeli olan bir kaç kişiyle kimsesizler mezarlığında noktalanan hiç de hak edilmeyen bir son... Biraz klasik olacak ama, bu coğrafyada hiç bir başarının cezasız kalmayacağına ilişkin somut ama bir o kadar da acı duyulacak bir örnek...

Evet... Kadının sinemamızda yer alması sanıldığı gibi pek kolay olmamıştır. Ertuğrul Muhsin’in “Ateşten Gömlek” filmine dek geçen yaklaşık yarım asırlık bir zaman diliminde çevrilen çoğu değil, tüm Türk fimlerinde kadın oyuncuları bilinen nedenlerden ötürü ya ekaliyetten (Rum, Ermeni Yahudi vatandaşlarımız) ya Beyaz Ruslardan ya da levantenlerden olmak üzere gayrimüslim kadın sanatçılar rol almışlardır. Sedat Simavi’nin “Pençe-1917” filminde Eliza Binemeciyan, Ahmet Fehim Efendi’nin “Binnaz-1919”da Mlle Blanche, Rana Dilberyan, yine aynı yönetmenin “Mürebbiye-1919”sinde Madam Kalitea, Şadi Fikret Karagözoğlu’nun “Bican Efendi” serisinde Şehper Karagözoğlu, Ertuğrul Muhsin’in Türkiye’de çevirdiği ilk film “Boğaziçi Esrarı” ya da diğer adıyla “Nur Baba-1922” filmlerinde Beyaz Ruslardan Anna Mariyeviç ile  Madam Sarmatova, Helena Antinove başta olmak üzere hep  hep gayrimüslüm sanatçılar yer almışlardır.

Sinema literatürümüze ilk “Müslüman Türk kadın oyuncular” tanımlamasıyla geçen ilk kadın oyuncularımız ise; Ertuğrul Muhsin’in 1922/23 yılında Halide Edip Adıvar’ın kurtuluş savaşını konu alan “Ateşten Gömlek” adlı yapıtından aynı adla sinemaya aktarılan filmde Bedia (Muvahhit) hanım ile daha sonra Ertuğrul’un eşi olacak olan Neyyire (Nehir) hanımlar olmuşlardır.

Böylece iki cesaretli öncü kadınımız;  Ekrem Işın’ın “İstanbul’da Gündelik Hayat” kitabında sözünü ettiği gibi, kadın gazeteci Vakeresko’nin haremde tutsak olan Türk kadının denetlenmesi için Cemiyet-i Akvam’a başvuruşundan ancak bir yıl sonra, onu aradığı yerde değil, aksine hak ettiği yerde, ya Darülbedayi’nin sahnesinde ya da yeni icad sinemanın perdesindedir.  

Merve Dizdar’ın Cannes film festivalinde Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne” filmindeki yorumu ile kazandığı “En İyi Kadın Oyuncu Ödül” yüz yılı aşkın olan sinema tarihimizde bir kadın sanatçının A tipi olarak tanımladığımız (diğerleri Berlin, Venedik festivalleri ile Oskar ödülleri olarak özetlenebilir) uluslararası bir festivalde bir kadın sanatçımızın kazandığı bir ilk ödül olma özelliğini de taşımaktadır. Bilindiği gibi aynı festivalde yıllar önce yine Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği “Uzak” fimi ile Mehmet Emin Toprak ile Muzaffer Özdemir en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanmışlardı. Ancak Merve Dizdar’ın aldığı ödül, sinema tarihimizde “bir kadın sanatçımızın uluslararası A tipi olarak tanımlanan bir festivalde” aldığı ilk ödüldür. Önemi de buradan gelmektedir. 

Onun içindir ki; Merve Dizdar’ın bu ödülü; sahipsiz yaşayamamanın onursuzluğunu içlerinden bir türlü söküp atamayanlara verilen bir yanıt olarak da yorumlanabilir.