24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kurultay ve konuşma -(TAMAMI)

Şahin Mengü

Şahin Mengü

Eski Yazar

A+ A-

34. Kurultay, basın ne kadar pompalarsa pompalasın CHP tarihinde benim gördüğüm en coşkusuz ve en sönük kurultaydı.

CHP’nin hiçbir Kurultay’ın da salon dışının boş olduğu bir dönem olmamıştır. Her zaman salon ve çevresinde binlerce kişi olurdu. Bu Kurultay’da sadece salondaki insan kadar bir topluluk vardı.

Elbette bunda Kurultay’ın yangından mal kaçırırcasına hafta içinde yapılmasının da etkisi oldu.

Bu seferki salon heyecanı, partinin söylemleri toplumda bir heyecan ve umut yaratmadığı için sadece yaklaşan yerel yönetimler seçimlerinde yer alabilmek endişesiyle sınırlıydı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşması, bir köşe yazarının anlatımıyla, grup toplantılarında yaptığı konuşmanın toplamı gibiydi.

Baykal yapsaydı çok konuşulurdu

Ancak Kemal Bey, CHP tarihi içinde basının destek vermesi anlamında benim gördüğüm en şanslı genel başkan.

Eğer bir başka genel başkan, örneğin Sayın Baykal, Kılıçdaroğlu’nun, konuşmasında yaptığı hataları yapmış olsaydı, bugün Türk basının da kıyamet kopuyor olurdu.

Elbette Sayın Baykal’ın entelektüel derinliği, hem antiemperyalizmden bahsedip ve hem de küreselleşmenin faziletlerinden söz etmesine engel olurdu. Ama en basitinden Kılıçdaroğlunu’nun daha konuşmasının başında yaptığı “hafta arasında” diyeceğine, “hafta sonunda” gibi insani bir söylem hatasını Sayın Baykal yapsaydı; bunu bile günlerce espri konusu yaparlardı.

Kılıçdaroğlu, zamanın ruhunu iyi okumaya çalıştığı algısını yaratmaya çalışırken, bunu sadece bir söylem olarak algıladığını, içeriğini pek anlamadığını da söylemleriyle ortaya koydu.

Zira zamanın ruhunu yakaladıklarını söyleyenler küreselleşmeyi ve dolayısıyla özerkleşmeyi savunanlardır.

Çok basit anlatımlarla küreselleşmenin siyasal ayağı, ABD’nin dünya siyasal liderliğini ve onun jandarmalığını kabul etmektir. Yani ulusal egemenliklerin zayıflatılmasıdır.

Ekonomik ayağı ise uluslararası sermayenin egemenliğidir.

Sezgin Tanrıkulu örneği nettir

Üçüncü bir ayağı ise kültürel ayağıdır. Bu ulus devletler içindeki kültürel farklılıkların, dünya jandarmasının işini kolaylaştırmak için siyasal özerkliğe dönüştürülmesidir. Aynen bugün Güneydoğu Anadolu’da olduğu gibi.

Kılıçdaroğlu bir taraftan CHP’nin köklerinden kopmayacağını söylerken, bir taraftan da küreselleşmeye methiye düzmesi anlaşılabilir değildir.

Aslında, küreselleşmeye methiyeler düzmesi, kendisi açısından çok anlaşılabilir bir durum.

Zira; bir Kürt özerkliğinin ilk adımı olan, Oslo görüşmelerinin yapılmasını değil, gizli yapılmasını eleştiren Kılıçdaroğlu zaten üniter yapıya nasıl baktığını, küçük kültürel özerklik anlayışını benimsediğini Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün gibi bu partinin kimliği ile bağdaşmadığı mümkün olmayan insanları milletvekili yaparak çok net bir şekilde zaten evvelce ortaya koymuştu.

Bu aslında bir çelişki değil Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyetin temel değerleri, antiemperyalizm, Atatürk ve Atatürkçülük konusundaki söylemi inanarak değil, kendi de dizayn etmiş olsa delegenin hassasiyetini gözönüne alarak, onlara hoş görünmek için söylenmiş sözlerdir.

Yoksa o söylediklerinin içeriğine inandığını zannetmiyorum.

Kılıçdaroğlu konuşmasında CHP’yi “Kökleriyle, kendini yenileyen, gücünü tarihin derinliklerinden alan, geçmişiyle her zaman onur duyan bir parti olduğunu” söyleyerek tanımlamıştır.

Geçmişiyle onur duyan bir partinin, yani CHP’nin Genel Başkanı, Atatürk’e katliamcı denmesine nasıl hoşgörüyle bakar. “Atatürk Devrimleri’nin bekçisi değiliz”, “Tekke ve zaviyeler açılmalıdır”, “Atatürk’ü partiden ve zihinlerden kazıyacağız” diyenleri, numaralı CIA yan kuruluşunun adamlarını, Kuşoğlu gibi “yetmez ama evetçiler”i milletvekili yapar mı?

Bunların CHP saflarında yer bulup TBMM üyesi olmalarına neden olduktan sonra, Sabahattin Ali’yi CHP öldürttü, Nazım Hikmet’i CHP hapsetti diyebilir mi? Bütün bunlardan sonra, “Partinin geçmişiyle onur duyduğunu” söylemesi inandırıcı olabilir mi?

Asıl iş, CHP’ye gönül veren çağdaş yaşamı benimsemiş, bağımsızlığa aşık, halkçı ve devrimci olan milyonlara düşmektedir.

Bunlar tepkileriyle bu geri gidişe dur diyeceklerdir.