Kuşatmayı aşmanın yolu bölgesel işbirliğinden geçiyor
“İslam âlemi ve Suriye milleti ve devleti tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır (…) Fransızlar Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış. Fakat evvela kendileri adam olsunlar. Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır. Fransızların terbiyesine ihtiyaçları yoktur (…) Batıdan bir millet gelecek bunu tayin edecek, bu benim hoşuma gitmiyor (…) Bizi karşı karşıya bıraksınlar. Biz anlaşırız.”
Mustafa Kemal Atatürk, 21 Aralık 1937
1937 senesinin sonları. Fransızlar, Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Hatay’ı, diplomatik oyunlarla Türkiye’den koparmaya çabalıyor. Paris yönetimi, bir yandan da Suriye’yi, Hatay üzerinden Ankara’ya karşı kışkırtıyor.
Cumhuriyet Hükümeti’nin, Fransa’ya, Hatay için gerekirse savaşırız mesajını verdiği günlerde, Mustafa Kemal Atatürk, dönemin Suriye Başbakanı Cemil Mardam’la, Karpiç Lokantası’nda bir araya geliyor.
Görüşmede, Atatürk, Başbakan Mardam’a Fransızların oynadığı oyunu yukarıdaki ifadelerle açıklıyor ve ekliyor: “ Ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. Eğer Fransızlar mani olursa, Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Ona da kefilim. Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kafi. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim ki, buna mecbur olmayalım. Katiyen bırakmam. Suriye’yi terk etmek istemiyorlar. Fakat terk edeceklerdir. Bir kere tutunuz, ordu yapınız. Korkmayınız. Bir şey yapamazlar. Kuvvet kullanmazsanız her şey yaparlar.”
ATATÜRK’Ü ANLAMAYANLAR
Atatürk ve Suriye Başbakanı Mardam arasında geçen bu konuşmadan yaklaşık 80 yıl sonra, bugün Suriye’de benzer bir durum yaşanıyor.
II.Dünya Savaşı sonrası, bölgede Fransız/İngiliz emperyalizminin yerini alan ABD, Suriye toprakları üzerinde 7 yıldan bu yana süren, komşu Ankara ve Şam yönetimlerini karşı karşıya getiren, bir savaşı kışkırttı.
Gelinen noktada, ABD, Türkiye ve Suriye’nin bölünmesine neden olacak PKK/PYD koridorunu kurmaya çalışırken, bu koridorun kurulmasından zarar görecek iki ülkenin bir araya gelmesini engelleyecek hamleler yapıyor.
Emperyalizmin hamlelerine, doğru karşılıkları veremememiz durumunda, ülkemizin bekasının tehlikeye gireceği aşikar.
Emperyalizmle mücadele yollarını ararken önümüze şu temel, can alıcı soru çıkıyor; Suriye ve Irak başta olmak üzere doğudaki komşularımızla ilişkilerimizi nasıl bir zeminde sürdürmeliyiz?
Ülkemizde siyasal İslamcı çizgide siyaset izleyen hareketler, Ümmet merkezli bir siyasetle, aynı dini inancı paylaştığımız komşularımızla ilişkilerin olumlu bir seyre oturabileceğine inanıyor.
AKP iktidarı süresince, bölge ülkelerine yönelik olarak din merkezli bir siyaset izlendi.
Doğu komşularımızla geldiğimiz nokta ise İslam merkezli siyasetin, iflas ettiğini gösteriyor.
İslam’ın farklı yorumlarının yanı sıra, farklı dini grupları da barındıran bölgemizde, din merkezli bir siyaset ortak noktaları ön plana çıkarmaktansa, ayrılıkları körükleyen sonuçlara neden olmuş durumda.
Diğer bir seçenek ise Soğuk Savaş’ın başlangıcından itibaren kendilerini Atatürkçü olarak tanımlayan kesimin izlediği Fars ve Arap milletlerine mesafeli yaklaşan siyaset oldu.
Reklamdan sonra devam ediyor
Bu kesim, yüzlerce yıl aynı tarih ve kaderi paylaştığımız Fars ve Arap komşularımızı yadırgayan, bölgede Batılılarla beraber hareket eden bir çizgi izledi.
Sonuçta, Türkiye dış politikada Batıya mahkûm bir hale gelirken, içeride ise Batı dışında dünyaya gözlerini kapamış, yüzyıllara dayanan Asyalı mirasını reddeden bir aydın sınıfın kısırlığına mahkum hale geldi.
Bugün Cumhuriyet ve devrimler konusunda yaşadığımız ağır tahribatın en büyük sorumlusunun, Batı aşığı ve doğu düşmanı, kendi benliğini reddeden bu aydın/yönetici sınıf olduğu açıktır.
Özetle, doğu komşularımızla ilişkilerimiz, Atatürk’ü Batıcı olarak eleştirip, Ümmet siyasetini ön plana çıkartanlar ve Atatürk’ün büyük mirası arkasına saklanıp Batıcılık yapanlar arasına sıkışmış durumda.
EMPERYALİZMİ YENMENİN FORMÜLÜ
Oysa Kaynak Yayınları’ndan çıkan, Atatürk’ün kaleminden, Cumhuriyet Türkiye’sinin doğu komşuları ile ilişkilerini aktaran Atatürk’ün Kaleminden Suriye ve Irakadlı çalışmayı okuduğunuzda karşınıza, bambaşka bir Atatürk ve devrimci ilkelere dayanan bir Türk dış siyaseti çıkıyor.
1905 senesinde, Atatürk’ün Şam günleri ile başlayan çalışmanın her sayfasında, doğu milletleri ile hangi doğru zeminde işbirliği yapabileceğimize dair önemli bilgi ve önermeler mevcut.
Atatürk’ün doğu komşularımıza yaklaşımını birkaç maddede özetlersek;
1- Arap milletlerinin, İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı direnişini destekleyen bir siyaset,
2- Arap milletlerine, din merkezli değil fakat eşit uluslar çizgisinde bir yaklaşım,
3- Arap komşularımıza mesafeli değil, tam tersine emperyalizme karşı aynı cephede bir mücadele,
4- Emperyalizmin, Türkler, Araplar ve Farslar arasında nifak tohumu ekmelerini engelleyici, hiçbir şekilde aracıları kabul etmeyen etkin bir siyaset
Ve en önemlisi
5- Suriye ve Irak’ın tam bağımsızlığından sonra ortak bir Konfederasyon fikri ön plana çıkıyor.
Ülkemizin ve bölgenin emperyalizm tarafından kuşatıldığı şu günlerde, Atatürk’ün çizdiği bölge milletleri ile ittifak yolu önümüzde duruyor.
Bu yol, sadece Türkiye için değil, bölgemiz için bir kurtuluş yoludur.
Fakat, ancak ideolojik saplantılarından kurtulmayı başaran, gerçeği eğip bükmeyen ve dirayetli olanlar bu yolun sonuna varabilecektir.