05 Kasım 2024 Salı
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kuzey Irak’ta ‘Statüko Ante’ye dönülebilir mi?

Mehmet Bedri Gültekin

Mehmet Bedri Gültekin

Eski Yazar

A+ A-

Barzani yönetiminin 25 Eylül’de referandum kararında ısrarcı olması üzerine, bu durumun Türkiye’nin taraf olduğu, Irak ile sınırımızı belirleyen 29 Ekim 1924 tarihli BM kararı ile İngiltere ve Irak’la imzaladığımız 1926 Ankara Antlaşması’nı artık geçersiz kıldığı üzerine yazılar yazılıyor.

Ayrıca Irak ile 29 Mart 1946 tarihinde imzaladığımız “Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması”nın 11. Maddesinin de Türkiye’ye, “Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulması halinde müdahale hakkını verdiği” de belirtiliyor.

Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Ümit Yalım ve Yeniçağ’dan Ahmet Takan, bu durumda Türkiye’nin söz konusu anlaşmalar uyarıca 1924 öncesi duruma dönme hakkını kullanması gerektiğini iddia ediyorlar.

Barzani’nin 25 Eylül’de referandumda ısrar etmesi halinde -ki durum şimdi öyledir- Türkiye’nin; Irak’ın toprak bütünlüğünü korumak ve kendi toprak bütünlüğü ve milli güvenliği açısından gerekli tedbirleri almak açısından askeri müdahale de dahil her türlü tedbiri almak hakkına sahip olduğu doğrudur.

Ama kimileri olayı bunun ötesine taşıyıp, 1924 öncesi “Statüko Ante”ye dönülebileceği, yani Musul ile Kekkük’ün Türk toprağı olmasından hareketle bu topraklar üzerinde hak iddia edebileceğimiz türünden yaklaşımları dile getirmektedirler ki bu son derece yanlıştır.

Bu bir “genişleme” ya da “eski topraklarımızı yeniden kazanma” rüyasıdır. Öteden beri Türkiye’de, Kerkük Musul rüyaları görenlerin olduğunu biliyoruz. 1991’deki I. Körfez Savaşı’nda ABD ile birlikte savaşa girerek “bir koyup üç alma” hesabı yapanlar da aynı rüyayı görüyorlardı.

Barzani’nin, 25 Eylül’de yapacağını ilân ettiği referanduma gereken tepkiyi göstermeyen iktidar sahiplerinin bu duruşlarının arkasında da, “Bağımsız bir Kürt devleti nasıl olsa yaşamaz ve önünde sonunda Türkiye’ye kendi rızası ile iltihak eder” beklentisinin olduğu görüşü de yabana atılacak bir görüş değildir.

DİMYAT’TAKİ PİRİNÇ, EVDEKİ BULGUR

Bütün bu hesaplar, bölgemizde yaşanan büyük hesaplaşmayı, bu hesaplaşma temelinde ortaya çıkan saflaşmayı ve bütün bu gelişmeleri belirleyen temel yönelimi görmeyen dar görüşlü bakış açısının sonuçlarıdır.

ABD, kullandığı terör örgütleri ve birlikte hareket ettiği İsrail ve Suudi Arabistan gibi devletler ile umutsuzca bölgemize saldırıyor. Karşısında Rusya, İran, Irak ve Suriye’nin başını çektiği bölge ülkeleri var. Türkiye nesnel olarak bu cephenin içindedir.

Bu saflaşma ve mücadele; Asya’nın yükseldiği ve yükselen Asya içinde Batı Asya ülkelerinin birleşmeye doğru gittiği süreç içinde gerçekleşiyor. Bu tablo içinde hangi gerekçeyle olursa olsun, ABD’nin hedef aldığı bölge devletlerinden birinin toprak bütünlüğüne zarar veren bir konumda olmak demek, ABD karşıtı cephenin tümünün Türkiye’nin karşısına geçmesi demektir.

Bir yanda temel amacı olan 2. İsrail için Türkiye’nin parçalanmasını isteyen ABD ve müttefikleri;

diğer yanda bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü, devlet egemenliklerini ve birliğini savunan savunan ABD karşıtı cephe...

Bu tablo içinde Türkiye’nin sonuç olarak komşularından birinin toprak bütünlüğünü hedef alması anlamına gelen niyetler, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” anlamına gelecektir.

EN BÜYÜK KAZANÇ

Türkiye’nin çıkarı, “Statüko Ante” gibisinden gerekçelerle komşularından parça koparmada değil, Antiemperyalist cephe içinde kararlı olarak yer alarak Batı Asya Birliği’nin inşasına katkıda bulunmaktır. Batı Asya Birliği, Türkiye’nin; 250 milyon nüfuslu, 3 milyon km2’lik ve bugün itibariyle 2.5 trilyon dolarlık büyük bir birliğin en önemli bileşeni haline gelmesi demektir.

Yani o zaman Türkiye sadece Kerkük ve Musul’u değil, aynı zamanda Bakû’yü, Tahran’ı, Bağdat’ı ve Beyrut’u da almış olacaktır. Elbette bu durumda Ankara ve İstanbul da, bütün bu coğrafya’da yaşayan tüm kardeş halkların olacaktır. Bu tablo, üstünde yaşadığımız kadim topraklara, altı bin yıldır hayalini kurduğumuz ebedi barışın ve birliğin hakim olması anlamına gelir.

ALINACAK TEDBİRLER

Türkiye, Barzani yönetimine belli bir süre vererek, 25 Eylül referandumundan vazgeçmediği taktirde, Habur sınır kapısını kapatacağını ve Türkiye üzerinden yapılmakta olan petrol ticaretine son vereceğini derhal bildirmelidir.

Bu konudaki kararının ciddi olduğunu göstermesi bakımından Ankara’da bulunan Erbil temsilciliğini derhal kapatmalıdır.

Bölgemizde yaşanan bütün melanetlerin ve Türkiye’yi hedef alan yıkıcı ve bölücü terörün merkezi durumundaki İncirlik’e el konulmalıdır.

Ankara, bütün bu adımları atarken Bağdat Hükümeti başta olmak üzere bütün ilgili komşuları ile birlikte hareket etmelidir.

Bütün bu tedbirlere rağmen referandumda ısrar edilmesi halinde de Türkiye, Irak Hükümeti ile anlaşarak askeri müdahale dahil 1926 ve 46 Antlaşmaları’nın kendisine tanıdığı müdahale hakkını, Irak’ın toprak bütünlüğünü sağlamak amacıyla kullanacağını da ilân etmelidir.