Laik dindar karşıtlığı zırvası
1 Nisan Salı akşamı, Haber-Türk’te, Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı’nın “Teke Tek” programına konukmuş, Ülker aşağıdan haber verdi.
Söyleşinin belki de beni en çok ilgilendiren bölümünün üzerine düştüm: Seyircilerden biri Fatih Altaylı’ya e-mail göndermiş: “28 şubat döneminde, tek parti döneminde dindarların çektiklerini unutmayın!” diyesiymiş... “N’apalım şimdi sıra laiklerde” anlamında... “Laikler” yanlış bir tanımlama, Türkiye’de “Cumhuriyetçiler” demek gerekir.
Akademisyeninden köşemenlere, acemisinden kaşarlanmışına kadar gazeteci milletine her gün ders vermek gerekiyor.
***
Ertuğrul Özkök ile Fatih Altaylı, adama hak veriyorlar, “Ama böyle intikam duyguları doğru değil, geçmişte olmuşsa olmuş, geleceği kurmak için geçmişi unutmak gerek” diyorlar. Doğrudur ama yüzeysel olarak.
İlkin; Cumhuriyet’in de 28 Şubat hareketinin de dindarlara zulmettiği kuyruklu yalandır. Tıpkı tek partinin camileri kapattığı, ahır ve meyhane yaptığı iftirası gibi...
Cumhuriyet dindarlarla değil; devrim karşıtı İslamcılarla, şeyhlerle, şıhlarla, tarikatlarla, tekke ve zaviyelerle mücadele etti. Üstelik durup dururken değil; Menemen olayından, Şeyh Sait İsyanı’ndan, şeriat kökenli kalkışmalardan sonra.
“Yahu kardeşim, günümüzde, Necip Fazıl’ın Başyüce’si Erdoğan efendibeyi, düne kadar birlikte kumpas çevirdiği, canciğer kuzu sarması olduğu Fethullah Hoca ve cemaati ile neden mücadele ediyor, neden casus ve vatan haini ilan ediyor, neden inlerine girip bit gibi ezeceğini söylüyor?” diye sormak iki koskoca adamın aklına bile gelmiyor.
Çünkü ikisinin de kafasında temel gösterge yok. Nedir o temel gösterge?
***
Efendim, Cumhuriyet Devrimlerini savunan olağanüstü bir mahkeme olduğu için, ayrı bir konu olarak, İstiklal Mahkemelerini bir yana bırakalım. Yassıada Mahkemesi de, adı darbe olsun, devrim olsun, 27 Mayıs’ın özel mahkemesidir.
2000’li yılların Ergenekon, Balyoz ve uzantılarına benzer davalar yoktur geçmişte. Bu nedenle, tıpkı bu mahkemelerin mukayese edilemeyeceği gibi laik/dindar karşıtlığı da ileri sürülemez. Çünkü (İyi dinleyin Ertuğrul ve Fatih Beyler) Cumhuriyet ve Laiklik herhangi bir dine ve onların dindarlarına karşı değildir. Dincilerin (İslamcıların, Kilisenin), dini, devlet işlerine (hukuk, adalet, yasa, yasama, okul, eğitim-öğretim) referans yapmalarına karşıdır. “Dindar” denen kişi inancını hukuk, adalet, yasa, yasama, okul, eğitim-öğretim işlerine referans yapmaya kalkışırsa dindar olmaktan çıkar, dinci militan olur. Dinci militan, laik anayasaya, laik yasalara, laik devlet kurum ve kuruluşlarına karşı olur.
İlkin; dindar ile dinci militan arasındaki farkı iyice belirlemek gerekir. Tamam mı?
***
O belirleme çizgisi nedir? Şudur: Dindar kişi laik bir devlet düzeninde yaşamayı gönüllü kabul eder, laik devlet onun dindarlığına karışmadığı gibi, kimsenin karışmasına da izin vermez.
Dindarın bir din devletinde yaşayabilip yaşayamayacağı beni hiç mi hiç ilgilendirmez; kendi bileceği iş ve denemesi bedava.
Türkiye Cumhuriyeti denen devletin şekli belli: “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti”.
Nasıl bir hukuk devleti? Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti.
Her türlü dindar böyle bir hukuk devletinde yaşayabilir, yaşayabilmelidir.
Ama Mustafa Sabri, İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Sait, Sait Nursi, Necip Fazıl Kısakürek, Fethullah Gülen, Milli Görüş Hareketi, R.T. Erdoğan ve AKP’nin gizli politbürosunun Cumhuriyet’le bir temel çelişkisi, karşıtlığı vardır. İnançları devlet yönetiminde referans olsun istiyorlar. Anayasaya, yasalara aykırı ve karşı olan bu isteklerinde inatla israr ediyorlar.
Ne olacak şimdi? Cumhuriyet kendini savunamayacak mı?
Savundu, ama 1950’den önce “Pekiyi”, 50-60 yılları arasında “İyi”, 60-70 yılları arasında “Orta”, 1970-2000 yılları arasında “Zayıf”, 2002’den sonra “Sıfır” düzeyinde savundu.
***
Tekrar laik/dindar ilişkisine gelelim: Bir hukuk rejimi olan cumhuriyette laik/dindar karşıtlığı, çelişkisi yoktur. Yoktur! Zaten birbirlerinin karşıtı değildirler. Laik bir düzende, bütün din ve inançların mensupları (Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Hindu, Budist, Şintoist, Deist, Ateist, Nihilist, Agnostikler, Putperest, Animist vb.) eşit haklara sahip olarak yaşarlar. Örneğin, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı dahil hiç kimsenin “Nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olduğu ülkemizde!” diye bir cümle kurma hakkı yoktur.
Laik bir ülkede, dini inançlar ya da inançsızlıklar herhangi kamu kurumu ve özel sektörde görev almada ölçüt olamaz. Valilik, kaymakamlık, polislik, astsubaylık ve subaylık dahil...
Bir cumhuriyetçi olması gereken cumhuriyet vatandaşı, cumhuriyetin kuruluş ilkelerine, anayasal ilkelerine karşı çıkamaz, çıkmaz. Bu konum ve duruş onun statükosudur!
Bütün kitap ehli dindarlar, tıpkı putperestler, deistler, ateistler, agnostikler, nihilistler gibi bu cumhuriyet statükosunu kabul etmek, ona saygı duymak zorundadır.
Bu ilkelere saygı duymayanların yasayla başı belaya girer.
Telefonda şikâyetçi olan kişinin sözünü ettiği insanlar dindarlar değil, cumhuriyet karşıtı dinci militanlar ve geçmişin Müslüman Kardeşler militanları, El Nusracıları, El Kaidecileridir.
Fatih Altaylı’yı es geçelim ama Ertuğrul Özkök türünden insanların bu gibi şeyleri, temel bilgileri bilmesi, “Geçmişte zulüm gören dindarlar” masalları karşısında apışıp kalmaması gerekir.
***
Ertuğrul Özkök, şarap, şarkı-türkü bildiği gibi, gelecekte gündelik hayat tarzını ölüm pahasına savunmaya kalkışmadan önce bunları da bilmek zorundadır. Geçmişi, bugünü ve geleceği anlamak ve kavramak için, karşı olduğunu bildiğim şu benim sekter (!) düşüncelerime gereksinimi vardır.
İlk iş olarak modernleşme, demokratikleşme ve cumhuriyet karşıtı olan Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemi “Ulema Sınıfı”nı iyice bellemesi gerek. Bunun için bir kitap var: “Amit Bein, Çev: Bülent Üçpınar, Osmanlı Uleması ve Türkiye Cumhuriyeti, Kitap Yayınevi”.
***
Recep Tayyip Erdoğan gibi cumhuriyet ve demokrasi karşıtı fanatikleri düşünsel olarak yenmeden sandıkta yenemezsiniz.