26 Aralık 2024 Perşembe
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Lebaleb

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

İkinci hece biraz uzun, kısa geçme. Pamuk şeker kıvamında olacak, lebağ gibi başla; sonunu da sakın TDK sözlüğüne uyup dudaklarını incelterek p diye bitirme öyle; normal bırak, birleştir, bı dercesine; Dil Derneği bu konuda da doğru yine: Lebağleebb. Böyle çıkmalı. Tını kahverengiden vişne çürüğüne doğru gitmeli. Hatta insanın gözünde bademezmesi ya da eski bir ilkokulun, pazar sabahı bomboş koridorları canlanmalı.

Leb dudak demek, leb-a-leb dudak dudağa. (Sonu niye lep olsun sayın TDK?) Leblerin mecruh olur dendanı sini bûseden diye dizesi var Nedim’in, şairler böyle, bakma onlara pek. Farsça lab dudak, Hint Avrupa dillerine de leb diye yürümüş gitmiş kelime. Lip İngiliz dilinde dudak oluyor, lip stick vesaire var ya, hep aynı aileden. Aynı zamanda kıyı da demek lip; lebiderya’nın da denize kıyısı olan daireler için kullanıldığını düşünürsek. Bir de tabii o daireler neden dörtgen sorusunu düşünmek gerekiyor, adı daireyken. Pazar pazar delirtmeyelim kimseyi.

Peki ya leblebi? Öncelikle içindeki iki sesliyi de geniş okuma sakın, kimi kanallarda kimileri öyle yapıyor. Gerçi doğru konuşabilen kaç kişi kaldı Türkiye’de? Böyle şeyleri çok sevgili Gülgün Feyman’a sormalı. Tanışalım leblebiyle: Ebu Hayyan, Kitabu'l-İdrak’ta, 1312’de leblebü diye anmış, al-kudama demiş adına, Mısır'a özgü, kavrulmuş nohut anlamında. Evliya Çelebi eşsiz Seyahatname’de, 1665’te anıyor. 1680 yılı, Meninski sözlüğünde bir leblab var, çit sarmaşığı. Arap dilinde de lablab var, fasulyegillerden, dolichos lablab, sümbül gibi. Arapça lubb, kalp veya yürek anlamına geliyor (nereden geliyor bilmem), bir de çekirdek, tane, kabuğun içindeki, ağaç gövdesinin iç halkası gibi. Doğal olarak Arami dilinde de lb kökü yürek, bir şeyin içi veya gizli kısmı. Kalbimizin içindekileri kim bilecek? Akad diline dek gidiyor bu lb işi, libbu var Akadça, aynı anlamda. Kaç bin yıllık kelime.

Hesap makinesiyle leblebi yazmak diye saçma bir olay vardı çocukluğumuzda, 1837837 rakamlarını tuşlayıp ters çevirirdik, bir bakmışsın leblebi yazılı ekranda... Nedense leblebilerle hesap makinesi yazmak hiç aklımıza gelmedi. Hammaddesi nohut leblebinin. Leblebi Atatürkçülüğü var, Nutuk okumak zor olduğu için paşanın fotoğrafına bakıp rakının yanında leblebi yerdin ah paşam falan dedikten sonra “neden Se 400 alıyoruz, Türkiye silah bıraksın” diye saçmalayan kimilerinin tarzı. Beyaz leblebi var, sert. Sarı leblebi, tuzlu, çok güzeldir, birayla tüketilebilir. Normal leblebi nedense hep bozayı, külâhı anımsatır bana. Külâhların aynı zamanda üzerinde minare desenleri bulunduran Mevlut şekerlerini akla getirmesi harika bir şeydir. Bazı otogarlarda çikolatalısı satılır leblebinin, kimi çarşılarda acılısı, baharatlısı... Ağzı leblebi tozuyla doldurup Yusuf diye bağırmaya çalışmak diye bir şey vardır. Oralara da girmeyeyim şimdi.

Nohuttan yapılan bu küçücük şeyi bir düşün, bir de nohut yemeğini düşün. Aynı şeyden bunca iki farklı şeyin çıkması tuhaf değil midir? Nohut deyince yanına tabii şehriyeli pilav olacak, okul veya kışla yemekhanelerinden söz ediliyorsa o gün mönüde tatlı olarak da mutlaka helva çıkarılır vatandaşın karşısına. Helva deyince bu leblebinin şekeri ve helvasının da ne kadar hoş olduğunu anlatmaya yürek dayanmaz efendim...

Boza ve leblebi dostluğu üzerinde durayım biraz. Bayılırım. Fatih’te Reşat Nuri sahnesi vardır, en sevdiğim tiyatrolardan. Tiyatroya gitmeyeli, o lebaleb kalabalığa karışmayalı bir yılı geçti. Fakat tabii iktidar partisi kongre yapabiliyor lebaleb. Oluyor bunlar. Hayatta ne zorluklar var diyeceksin biliyorum ama ben geçen yıl 17 Mart’ta girdim eve. En son geçtiğimiz yıl kasım ayında bir kafede kahve içmiştim. Bir kafede oturup kahve içip etrafa bakmak, iki satır bir şey okumak ne devletmiş, öğrendik biz sıradan vatandaşlar. Dert kahve değil, evimizde de kahvemiz var şükür, içiyoruz. Kafede lokantada oturmanın sebebi insanlarla yan yana olabilmekti. İnsan insanlarla var, sadece kongrelerde değil, tiyatrolarda, barlarda, sinemalarda, kahvelerde, kütüphanelerde... İnsanın acısını da, neşesini de, kendiliğini de insan tamamlıyor.

Bu yazıyı hazırlarken yeni normalleşme koşulları, cumhurbaşkanının yaptığı konuşma sonrasında başladı. Rahat rahat birbirimize uzanacağımız, çocuklarımızı korkmadan okula göndereceğimiz, sokağa yanlışlıkla maskesiz çıkınca koşturarak evlere geri dönmeyeceğimiz, aylar sonra ilk kez otobüse binince gözlerimizin dolmayacağı, filmlerde dizilerde sarılıp öpüşenler gördükçe yahu bunlar aşı olmadan neden böyle sarılıyor diye düşünmeyeceğimiz günler gelecek mi hiç bilmiyorum. Bazen bu işi hiç atlatamayacakmışız gibi geliyor. Yani her şeye o küçücük, görünmez covid arkadaş bir son verecek, “ben gidiyorum, siz ne yaparsanız yapın artık lebalep” demeden bu iş bitmeyecek sanıyorum, bazen de dur yahu diyorum, insanlık var, büyük insanlık çalışıyor, aşısı bulundu, ilacı da gelecek ardından, virüs de bir şekilde tepe noktasından tırmanıp aşağı doğru inerek etkisini yitirecek diyorum.

Ne olacak, nasıl olacak hiç bilmiyor, yine de Ziya Paşa’nın yazdığı gibi “bir katredir ancak aldığım hep / deryâ yine durmada lebâleb” diye söyleniyorum. Derya orada, deniz orada, çalkalanıyor, ağaçlar, yapraklar devam ediyor yaşantısına, cemrelerin sonuncusu da dün sabah toprağa düştü, yarın öbür gün ağaçlar iyice çiçeklenmiş olacak, her şey değişerek dönüşüyor, dönüşerek değişiyor, dönüşüm değişmiyor. Bu da geçecek elbet, elimizde leblebimiz, oturacağız bir lebideryada lebalep... Kongre mi? Ben kongre sevmiyorum, sıkılıyorum. Şiir okuyacağız hep.