Leyla ile Amir aşkı
Bu hafta sizlere romanım Hayata Serenad’tan bir aşk öyküsü anlatacağım, Azerbaycanlı Leyla’nın ağzından.
“Amir, kalbimin ritmini değiştirmişti Ethem. Onunla beraber geçirdiğimiz gecelerin sabahında gün doğarken Vivaldi eşliğinde el ele uyanır, dört mevsimi müzikle yaşardık. Akşamüstleri, Hazar sahillerine inip gün batımlarını izler, şiirler okur, gece saatlerce mehtabı bekler ve sabahlara dek sohbet ederdik. Bazı geceler de sevişmekten yorgun düşüp Mozart dinleyerek göğsünde uyuyakalırdım onun. Sonbaharda yağmuru kovalardık, ıslanmak için iliklerimize kadar. Yağmur damlalarını alırdım ağzıma onun dudaklarını ıslatmak için... Sonra sıcak bir banyoda elimizde şarap kadehleriyle hayallere dalar, bir yudum şarap, bir yudum dudak der, öperdik şarap damlalarını dudaklarımızdan. Bazen konserlere gider, bazen de salaş meyhanelerde coşar, kıvrak şarkılara eşlik eder veya bir gece kulübünde dudak dudağa, nefes nefese dans ederdik. Kuğu gölü sessizliğine büründüğümüz ve Beethoven - Silencio dinleyerek sessizliğin sesini duyduğumuz gecelerimiz de olurdu. O hep derdi ki ‘Leyla, hayata serenat yapan bu güzel insanların ışığında, seninle hep el ele duralım, sonsuza kadar.’
Aylar ayları kovaladı... Amir’in benim dışımda bir aşkı da denizdi Ethem. Küçük yelkenli teknesiyle suların üzerinde uçar gibi kaymaktan ve bu anlarda yaşadığı duyguları bana anlatmaktan sonsuz keyif alırdı. Beraber yapamadığımız tek şey de buydu. Ben binemezdim tekneye, deniz tutardı beni. Bir gün yine teknesiyle açılmak istemişti, ben de limana kadar gidip yolcu etmiştim onu, el sallamıştım o pupa yelken uzaklaşırken limandan... Akşama kadar evde oyalanıp onu beklemiştim, ama yoktu ortalarda, her zaman geldiği saatte gelmemişti, meraklanmaya başlamıştım artık. Sonra bir telefon geldi, bir adam:
‘Ben liman sorumlusuyum, maalesef size üzücü bir haber vermek zorundayım. Amir Bey yelken direği başına isabet edip denize düşmüş, darbenin etkisiyle bayılmış sanıyoruz. O sırada yakında da başka tekne yokmuş, çok sonra bir tekne yelkenlisini bulmuş limana getirdi, direkte kan izleri vardı, ama tüm aramalarımıza rağmen halen bulamadık Amir Bey’i.’
Nutkum tutulmuştu, dünya etrafımda dönüyordu, yok oluyordum... Sonra hastanede açmıştım gözlerimi. Gece olmuştu. ‘Beni Amir’ime götürün’, diye çığlıklar atıyormuşum, arkadaşlarım feryatlarıma dayanamamış beni limana götürmüşlerdi.
Sen angut kuşunu bilir misin Ethem? Angut kuşu eşi vurulduğu zaman, gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan öylece durur, avcıların onu da vurmasını bekler. Ben de angut kuşu olmuştum Ethem. Onlar gibi çok ürkek olmama rağmen birden denize doğru koşmuş, arkadaşlarım beni uzaklaştırmak için çekiştirseler de onları itip yürümeğe devam etmiş ve sonunda hırçın dalgalar beni açıklara doğru sürüklerken, deniz beni içine almıştı. Artık Amir’imin yanındaydım... Hani senin sevdiğin Annabel Lee şiirindeki gibi, rüzgârla denizler ülkesine savrulup gitmiştim...”
Haydi, rast gele tüm aşıklara!