23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Liboşların son arayışları: Sanayi 4.0

Birgül Ayman Güler

Birgül Ayman Güler

Eski Yazar

A+ A-

Küreselciliğin “değişmeyen ya delidir ya ölü” veciz sözüyle başlayan ulus devletleri tasfiye etme ve dünyayı küresel (kendisi) ile yerel etnikler arasında küçük lokmalara çevirme stratejisi, 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında herkesi adeta teslim almıştı. Tuttuğu yol-yordam ise yeni değildi. Neresinden baksanız, en azından iki yüzyıllıktı.
*
Serbestiyetçilik... Açıklık... Rekabetçilik... vb.
Bunların pratikte iki anlamı vardı.
Birincisi, ülkeler kendilerini diğer ülkelere kapatmayacaklar; korumacılık yok! Böylece zamanın İngilteresi üzerinde güneş batmayan imparatorluk olmuş, onun yanısıra birkaç ülke de dünyanın büyük sömürgecileri olma fırsatı yakalamışlardı.
İkincisi, ülkeler devlet eliyle yürümeyecekler; herşeyi özel sektöre bırakacaklar! Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler! Böylece dünyanın çok ama çok geniş bir kesimi, birkaç sömürgeci ülke işlerini görebilsinler diye elleri ve ayakları bağlı hale getirilmişti.
Küreselcilik işte bu eski ruhu diriltti. Dünyaya çok zarar verdi. Ama vuslata eremedi ve çöktü.
*
Şimdi bunun çöküntüleri arasında, ellerine yeniden fırsat geçirebilmek için didinenler göze çarpıyor. İkiyüzyıldan beri ve küreselcilik atağında da takındığı o değişmeyen edayla, aynı sözlerle ve aynı “kaçınılmazlık” tehditlerini savurarak...
Bildiğiniz gibi, anadilleri Amerikan İngilizcesinde adları liberal demokrat olanlar, Türkçe’de kendilerine özgürlükçü demokrat diyorlar. İşte bu son liboşlar, her zaman yaptıkları gibi şimdi yine “yeni” bir durumdan dem vuruyorlar: Sanayi 4.0.
Bu fikirden dem vurup “yeni sanayi geliyor ve serbestiyet – açıklık istiyor!” diye yazıp çiziyorlar.
*
Sanayi 4.0 fikrine göre sınai üretim sistemi ve dolayısıyla bütün yönetim dünyası bir kez daha büyük bir değişim dalgası içine girecek. Sanayileşme sürecinde 18. yüzyılın sonlarındaki buharlı makineler birinci kuşaktı. 20. yüzyılın başında fordizm diye bilinen seri üretim teknikleri ikinci kuşak oldu. Aynı yüzyılın son yarısında ortaya çıkan CNC –bilgisayar kontrollü tezgahlar üçüncü kuşaktı. Şimdi dördüncü kuşak teknik, akıllı fabrikalar dönemini açacak. Üretimin birbirine bağlı bilgisayar ağlarında internette olacağı ve kararların giderek bilgisayarın kendisi tarafından alınacağı bir fabrika sistemi... İnsansız, robotlu üretim…
Fikir kabaca böyle.
*
Mesele bu sınıflandırma doğru mu; bu olur mu olmaz mı meselesi değil. Almanya başta, Türkiye’de de bu konuyu ele alan platformlar kurulmuş durumda. Bilim-kurgu romanları böyle konuları çoktan beridir işliyorlar. Hollywood bunların sayısız filmini yaptı.
Mesele, son liboşların “Sanayi 4.0 ulusal devletle ve bunun korumacılık politikalarıyla bir arada yaşayamaz” yazıları döktürmeye başlamış olmaları. Savundukları ideolojiyi, “teknolojinin zorunluluğu” gibi göstererek mevzilerini koruma derdinde ve çok gayretteler. Yine ‘başka alternatif yok’ gevezeliğinin hazırlığındalar.
*
Kimbilir, belki Sanayi 4.0 adlı “gelen yeni şey”, birkaç yıla kalmadan unutulup gidecek. Ama gerçek şu ki, bilim – teknik alanındaki gelişmeler üretim ve yönetim sistemlerinin yeniden yapılanmasını gerektiriyor. Bu yapılanmanın nasıl olacağı ise, son liboşların sahtekarca ileri sürdükleri üzere teknolojinin zorunluluklarına değil bizim tercihlerimize bağlı.
Son liboşlar, yeni-Ohannesçilerdir. Ohannesçiliğin bize ne edebileceğini, son iki yüzyıldır yeterince öğrendik. Bunların aklından güdüklükten başka bir şey üremiyor.
Ve kuşku duymamalıyız ki, öncekiler gibi şimdiki teknikler de yeni-Ohanneslerin piyasacılığını değil, tam tersine, kamu gücünün planlamacılığını işbaşına çağırıyor.
Bağımsız kalkınma ve adil bölüşüm, ancak devlet gücünün planlı önderliğiyle mümkün. Ülkemizin önünde bir fırsat daha var.
Bunu da tercüme akıllara kaptırmayalım.