Liderlik sorunu hakkında
Sn. Mahruki'nin mektubunu konu alan bir önceki yazıda (14.12.2013), TSK'nın yaptığı darbeler aracılığıyla halkın örgütlenmesini sekteye uğrattığına ve egemenliğini kullanmasını olumsuz etkilediğine temas etmiştim.
Aslında, konunun ülkenin bağımsızlığının kaybıyla da bağlantısı var. Ama onu ayrıca ele almak gerekir.
Daha önce değindiğim gibi, bu yazıda liderlik sorununun nedenleri üzerinde duracağım.
Askerlerin vasıflarını ölçme ve değerlendirme yerleri savaş alanlarıdır. Orada test edilmeden liderlikleri konusunda yargıda bulunmak uygun değildir.
Cumhuriyet ve demokrasi, ordulardan ziyade halkın örgütlü gücüyle ayakta tutulabilir. Bu nedenledir ki, Cumhuriyet, kurucusu tarafından gençliğe emanet edilmiştir.
TSK'nın Cumhuriyet'in korunması konusunda yetersizlik sergilediği aşikârdır. Bundan da birinci derecede geçmişten bugüne Genelkurmay başkanlığı ve kuvvet komutanlığı yapmış ve askeri-politik roller üstlenmiş bulunan şahsiyetler sorumludur.
Atatürk yüksek seviyeli komutanlarda üç esas vasfın bulunması gerektiğini belirtmektedir:
1) Mes'uliyeti deruhte etmek (üstlenmek) cesaret ve hevesi kumandana en çok lâzım olan bir hassadır; bu, pek nadirdir.
2) Kumandan olan zatın insan tanıması lâzımdır.
3) Cesaret ve şecaat, her askere lâzımdır. Fakat kumandan büyük adamlara mahsus hilkî (yaradılıştan gelen) ve nadir bir cesarete malik bulunmalıdır. (1)
Elbette başka etmenler de mevcuttur ama Cumhuriyet'in ve Ordu'nun başına gelenlerin bu vasıf eksikliğinden bağımsız olduğunu kimse iddia edemez.
Liderlik konusu yapısal bir soruna işaret etmektedir.
Birincisi, askeri okullara öğrenci seçerken liderlik nitelikleri açısından bir değerlendirme yapılmamaktadır.
İkincisi, özellikle son yıllarda, eğitime yapılan yatırım akıl boyutu üzerine yoğunlaşmıştır. Silahların, komuta-kontrol sistemlerinin vb. sofistike bir hal alması bunu zorunlu kılmakta, daha çok fen ağırlıklı bir müfredat ön plana çıkmaktadır. Bu gerekli olmakla birlikte liderlerin insan-makine yerine insan-insan ilişkisi üzerine yoğunlaşma mecburiyeti vardır.
Atatürk, "Orduya hareket veren araç, ordu makinesini oluşturan canlı organların zihinlerindeki güç ve kanlarındaki ruhtur. Bu zihinlerde ve bu kanlarda gereken kuvvet ve akım hızı bulunmazsa makine durur ve başka hiçbir güç onu işletemez."(2) derken konunun önemini ve önceliğini ortaya koymaktadır.
Üçüncüsü, eğitimin karakteri aşırı ölçüde standartlaştırıcıdır. Konu insan olunca bunun getirdiği olumsuzlukları telafi edici adımlar atmak gerekir. Burada bir yetersizlik söz konusudur.
Dördüncüsü, askerlik mesleği çok kuvvetli bir ben duygusunu gerekli kılmakta, ancak aynı ölçüde biz yaratmayı da görev olarak önümüze koymaktadır. Bu denge yeterince sağlanamamaktadır.
Beşincisi, aşırı idealist yaklaşımlar gerçeklerden kopulmasına yol açmaktadır. Benimsendiği varsayılan değerlerin ruhuna uygun davranmak yerine söyleminin peşinde koşma, benimsiyor gözükme eğilimi ön plana çıkmaktadır. Bu da insanları içi başka dışı başka kişiliklere dönüştürmektedir.
Altıncısı ve en kötüsü, ordunun yönetim iklimidir. Fikirler açıkça söylenmek yerine gizlenmekte, sevgi yerini korkuya, sorumluluk yerini sorumluluktan kaçmaya, dürüstlük yerini çıkarcı yaklaşımlara ve güven yerini güvensizliğe terk etmektedir.
İletişim teknolojilerinin gelişmişliği ve aşırı merkeziyetçi yaklaşımlar astların işlerine sıkça müdahaleyi mübah hale getirmektedir. Bu da onların hem sevk ve idare becerilerini, hem kişiliklerini, hem de inisiyatif kullanmalarını olumsuz olarak etkilemektedir.
Bu şartlarda "olduğu gibi görünmek" tehlikeli hale gelmektedir.
Sonuç: Sistem "kendisi olanı" değil, "kendisi olamayanı" ayakta tutuyor. Ya da başkasına yaslanarak ayakta duranları... Adamcılık da buradan beslenir.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen içinde çok zengin bir cevher barındıran bir ordumuz mevcuttur.
Bilimin yol göstericiliği temelli ve vatanseverlik merkezli bir yaşam tarzını benimseyen subaylarımızın varlığı kuşkusuzdur. Ve buna dayalı kadim gelenek her şeye rağmen yaşamaktadır.
İsimli davalarla ortadan kaldırılmak istenen bu gelenektir. Ve esas "balyoz" vurulmak istenen de bu damardır. Yargılananların ve suçsuz yere mahkûm edilenlerin kişilikleri üzerinden bunu söyleme hakkına sahibiz.
(1) Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Ankara, 1969, TTK Yayını, s.113.
(2) Mustafa Kemal Atatürk, Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, İstanbul, 2011 (9. Baskı), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s.21.