Maçka’da 50 yıl önceki fındık mitingi
Tokat Öğretmen Okulu’nu 50 yıl önce bitirmiş ve o sene Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümü sınavını kazanarak bu kente gitmiştim.
Yerimiz, Nemlioğlu Konağı idi... En üst katta benim gibi yatılılar kalıyorduk. Türkçe sınıfında Adıyamanlı Tahir’den İzmirli Serpil’e kadar 28 arkadaşım vardı.
Türkçe sınıfının iki temel öğretmeni vardı. Birisine Kadı Burhan diyorduk. Eski Türk edebiyatı öğretmeni idi. Bizden öncekiler onu çok katı, somurtkan, 5’ten yukarı not vermeyen bir bela gibi anlatıyorlardı. Ama bizim sınıf o somurtkan insanı 3 yıl içinde nüktedan birisi haline getirdi. Hafif takılır gibi bir şey söylese, içimizden birisi latife halinde bir cevap yetiştirirdi. Bir gün bize, “Okumuyorsunuz, okumuyorsunuz!” diye çıkıştığında, pokerde hepimizi üten Hüsamettin Demircan, “Hocam kâğıt geldi de okumadık mı?” diye yumaşak sesle cevap vermiş; hepimizi güldürmüş; rahmetli Burhanettin öğretmenimiz de susup tahtaya yönelmişti.
Bu tür şakaları diğer öğretmenlerle yapamazdık. Yeni Türk edebiyatı ve dilbilgisi öğretmenimiz rahmetli Rasim Şimşek, benim böyle ataklarıma daha ciddi karşılıklar vererek dersi sulandırmama izin vermezdi.
Sanat tarihi öğretmenimiz bize Büyük Atatürk döneminden eşsiz bir hatıra olarak kalan Aliye Aşurbaylı hanımefendi idi. Tarih dersimize giren Ahmet Bey ise ayrı bir hava yaratırdı.
Hafiften eleştirmelerine karşın öğretmenlerimizin tümünün memnun kaldığı bir sınıftık. Bütün arkadaşlar öğrenmek için çırpınırdı. Havayı bozan aslında bendim. Divan edebiyatında bir beyti açıklarken, Burhanettin Bey’e, “Siz öyle diyorsunuz ama şöyle de olabilir!” diye karşı çıkar, kendimce açıklama yapar, çoğu kez de doğru bulunurdum. Çünkü, kütüphaneye gider, bu konuları başka kaynaklardan araştırırdım. Bu nedenle rahmetli öğretmenim bana “Engel-i Muazzama” (Muazzam engel) adını takmıştı. Bu huysuzluğum sınıftaki daha yaşlı arkadaşları rahatsız ederdi ama kimse de bana takılmak istemezdi. Çünkü okulun belalısı sayılabilecek bir tiptim. Kavga çıkardığım için Disiplin Kurulu’na verilmiş, 1 hafta uzaklaştırma cezası almıştım. Bu cezayı tebliğ için beni çağıran yaşlı okul müdürümüz, şöyle demişti: “Ula çocuğum seni tebrik edeyrum. Çünkü okulumuzda ilk cezayu sen aldun!”
DEVRİMCİ TRABZON
Trabzon o sıralar, Türkiye’nin kültürel yönden en gelişmiş kentlerinden birisiydi. Sıralama İstanbul-Ankara-İzmir-Trabzon diye yapılırdı. Yabancı filmler, İstanbul’la birlikte oraya da gelirdi. Ve ilk izleyicileri arasında mutlaka Burhanettin Bey ile ben olurduk.
Halk, medeni ve demokrat; aynı zamanda Atatürkçü ve ilerici bir ruha sahipti.
Okullar açıldıktan sonra bu tarihlerde, Maçka’da fındık mitingi yapılacağını öğrendik. Varır varmaz Karadeniz Teknik Üniversitesi’ndeki devrimci öğrencilerle tanışmıştım. Onlarla birlikte hemen bir minibüs kiraladık ve on kadar arkadaş Maçka’ya gittik.
50 sene önceki o miting, deredeki ulu ağaçların altında yapıldı. Biz öğrenciler de Süleyman Demirel hükümetini ve Adalet Partisi’ni protesto eden sloganlar attık. Fındıkçılar adına yapılan konuşmaları alkışladık. “Hakkımızı söke söke alırız!” diyen Trabzon ruhuna hayran kaldık. O Trabzon zenginleşen Türkiye’den payını isteyen bilinçli bir Trabzon’da. Ben de o ruhun bir parçası oldum; okulumda o ruhun baskın olması için uğraştım. Yarattığımız hava bütün okulu etkiledi dersem, abartmış olmayız. Ama bunda en büyük etken, o öğrencilerin bilincinde baskın olan toplumcu ruhtu.
İşte o devrimci ruh ve eğitim bilinci, Şenol Güneş’i de yarattı. Ben son sınıfta iken o ve bir bölük futbolcu sosyal bilgiler sınıfına girmişler; öğretmen olmak için ilk adımı atmışlardı. Şenol Güneş bugün en iyi teknik direktör ise bunda “Devrimci Trabzon” ve “devrimci öğretmen” ruhunun ciddi payı bulunmaktadır.
Bir de bugünkü Trabzon’a bakın. İradesini iktidar partisine teslim etmiş... Fındığın kaderini belirleyen Fiskobirlik’i yok etmiş, Çay-Kur’u işlemez hale getirmiş AKP’ye sanki teşekkür eder gibi hep yüksek oy veriyor. Bu tutuma Stokholm Sendromu desem acaba abartmış mı olurum?
O SINIF TOPLANDI
50 yıl önce Trabzon’da bir araya gelen bizim o sınıf, geçen hafta yine Nemlioğlu Konağı önünde bir araya geldi. Ben de aralarında olacaktım ama ağzım davul gibi şiştiğinden gidemedim. Şükrü Konanç’ın öncülüğünde gerçekleşen toplantıya Serpil Anafarta, Mehmet Yardımcı, Nuri Aksakal, Ömer Sulukan, Güner Yalçın, Türel Gazioğlu, Hüsamettin Demircan, Tahir Kahraman, Necati Çiftçi, Yüksel Cebeci, Enver Bostanile tarih öğretmenlerimizden Mehmet Aydın ile Ahmet Gürsoy da katıldılar.
50 yıl öncesi bugünlerden çok daha güzeldi. Orada Kıyı adıyla çıkardığımız dergide ilk öykülerim yayımlanmıştı. Yani Trabzon beni yazar yapan kenttir. Tiyatro oyunlarının sahnelendiği, müzik topluluklarının yaşadığı bir yerdi o Trabzon.
Biz orada iyi öğretmenler olarak yetiştirildik ve ister istemez de iyi insanlar olduk. Bu yüzden bütün enerjimizi ülkemiz için faydalı olacak çağdaş insanlar yetiştirmeye harcadık.
50 yıl öncesindeki devrimci Trabzon’a ve orada bulduğum arkadaşlarıma selamlar olsun.