22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Macron ve Dostoyevski

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

"Avrupa’yla yine sürtüşme, karşımızda yine bitmek bilmeyen Doğu Sorunu, Avrupa’da yine Ruslara karşı kuşku, güvensizlik... Ama Avrupa’nın bu kuşkuculuğunun peşinden koşması neden? Avrupa, Rusya’ya ne zaman güvenle bakmıştır ki? Bu düşmanlık dolu duygularını terk edip bize zamanla güvenle bakacağı günleri görecek miyiz bakalım! Ah elbette bu bakış açısı zamanla değişecek, bizi dikkatli inceleyecek ve daha iyi anlayacaktır."
Dostoyevski bu satırları kaleme aldığı 1876 tarihinden bu yana Avrupa ile Rusya arasındaki ilişkilerde köklü değişim yaşanmadığı gibi, Avrupa’nın Rusya’ya olan güvensizliği kemikleşmişti. Avrupa’da Rusya’ya karşı önyargıları aşmaya çalışan en ufak açıklamayla bu derin kuşku paranoyaya dönüşmekteydi.
Geçtiğimiz ay Putin’in Fransa ziyareti sırasında Macron’un söze, Dostoyevski’nin ‘Delikanlı’ eserinden, "Rusya Avrupalıdır" alıntısıyla başlaması, iki yüzyıllık tartışma yeniden alevlenmiş oldu.
Fransa Cumhurbaşkanı’nın Rusya ile yakınlaşma çabasına ilk tepki Avrupa’nın karanlık ‘kuşkucularından’ geldi. Bu kuşkucular, bir zamanlar Fransa’yı dört bir yandan kuşatıp karanlığa boğan Cizvit tarikatı gibidir. Soğuk Savaş dönemindeki Rusya düşmanlığının, bugün Avrupa’nın sol partilerinde bile etkili olmasında bu kesimin rolü yadsımaz.
Rusya’ya karşı önyargıları sürekli diri tutup korku rüzgârı estirenleri, Macron "derin devlet" olarak tanımladı. Fransa Cumhurbaşkanı’nın bu çıkışıyla, önyargılar duvarında küçük de olsa gedik açılmış oldu.
Büyük ‘peygamber’ Dostoyevski’nin kehaneti 150 yıl sonra gerçekleşiyor mu? Avrupa, Rusya’ya güvenle bakmaya mı başlıyor?

Macron ve Dostoyevski - Resim : 1

RUSYA'NIN GÖLGESİ AVRUPA'DA

Dostoyevski, aynı yazının devamında "Avrupa’daki muhafazakarlar Rusya’nın kusursuz inkârcılarıdır. Rusya’nın yıkıcıları, düşmanları olmuşlardır" yorumunda bulunur.
Batı kamuoyundaki Rusya karşıtlığına rağmen, bugün değişen şey, Avrupalı muhafazakârların Rusya’ya sol kesime göre daha az önyargıları olmasıdır.
Almanya’daki Yeşiller ve Sosyalist Parti’ye yakın gazetelerdeki Rusya karşıtı yayınlara bakmak yeterlidir. Aynı şekilde AfD gibi aşırı sağ eğilimli hareketlerin Rusya ile yakın ilişkiler kurmaya çalıştığı bilinmektedir.
Fransa’da Le Pen’in temsil ettiği yükselen sağ, Fransız Sosyalist Partisi’ne göre, Rusya ile ikili ilişkilerin gelişmesini daha yüksek sesle dile getirmektedir.
Şüphesiz Batı’da hakim liberal sol kesim bu olgulardan hareketle, ‘Yeni çar’ ilan ettikleri Putin’i, Batı demokrasisi için birincil tehlike olarak sunarak, yüz yıllık korkuları körüklemektedir.
Çarpıcı olan Avrupa’daki sağ popülist partilerin dışında, sol popülist partilerin de Rusya ile yakınlaşmayı vurgulamasıdır.
Duvar yıkıldıktan sonra bile ABD, Avrupa’da merkez sağ ve merkez sol partiler üzerine kurduğu sistemi, neo liberalizm ve Rusya karşıtlığı üzerinden ayakta tutabilmişti.
Bugün ABD hegemonyası çökerken, iki partili yapı çözülürken neo liberal politikalara sırt çevrilirken, Rusya karşıtlığının adım adım terk edilmesi kaçınılmazdır. Sağ ve sol popülist hareketler aralarına ABD ile mesafe koyduğu ölçüde Avrupa, Rusya’ya yakınlaşacaktır.
Macron, "uzun zaman küçümsediğimiz yeni güçler ortaya çıktı" diyerek,"güçlü bir Avrupa oluşturmalıyız, bunu da Rusya olmadan yapamayız. Rusya ile ilişkilerimize açıklık getiremezsek Avrupa kıtası hiçbir zaman istikrarlı olmayacak, biz de hiçbir zaman güvende olmayacağız" sözleriyle bu yakınlaşmanın yakıcılığına dikkat çekti.

Macron ve Dostoyevski - Resim : 2

ÇAĞIMIZIN GERÇEK MUHAFAZAKÂRLARI

Uluslararası dengelerdeki değişim ve Rusya algısındaki dönüşüm Ortadoğu’da da gözlemlenmektedir.
Soğuk Savaş ve sonrasında devam eden ‘dinsiz’ Rusya propagandasının geride kaldığı, İslam coğrafyasındaki devletlerin sözcüleri tarafından dile getirilmektedir.
Dostoyevski’nin ‘Doğu Sorunu’ dediği, Çarlık Rusya ile Osmanlı arasındaki mücadele yüzyıl önce Bolşevik ve Kemalist devrimlerin kader birliğiyle geride bırakılmıştı.
Türkiye’nin karşı devrim sonrası NATO’ya girmesiyle yarım yüzyıllık Rusya karşıtlığı körüklense de, bugün siyasal İslam kökenli AKP bile ABD ile çatıştığı ölçüde Rusya ile yakınlaşmaktadır.
Sovyetlere yakın Musaddık’ın devrilmesinde ve sonrasında İslam hareketinin iktidara gelmesinde rolü bilinen ABD’ye, en keskin meydan okuma İran’dan gelmektedir. İran, Rusya ile yakınlaşmanın ötesinde, birçok alanda bölgede birlikte hareket etmektedir.
Tarihin ironisi, Sovyetler’in bütün askeri ve ideolojik mücadelesiyle ulaştığı etki alanına bugün Rusya çok kutuplu dünya dengelerine uygun diplomasiyle ulaşmaya başlamıştır.
Dünyada değişen sadece ABD hegemonyasının gerilemesi değil, 500 yıllık Batı kapitalizminin çözülmesidir. Değişen sadece güç dengeleri değil, Batı medeniyetinin temsil ettiği sistemin yıkılmaya başlamasıdır.
Geçiş döneminin çelişkileri anlaşılması güç ‘tuhaflıklar’ barındırır. Geçmiş dönemin değerleri ve kavramlarıyla geçiş dönemini okumaya çalışanlar, çağımızın gerçek tutuculardır.
Dün ABD karşıtı olan laik, cumhuriyetçilerin bir kesimi, bugün Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasına belki de en çok kuşkuyla bakanlardır.
AKP karşıtlığından dolayı, dünyadaki köklü değişimin ve bunun başta Avrupa’ya yansımasını görememek trajik olmakla beraber tarihi bir hatadır.
Ne yazık ki Rusya ile yakınlaşmaya kuşkuyla bakan kesim bugün Türkiye’de liberalizmin en uç noktasına doğru ilerlemekte, liberalliği ölçüsündeyse muhafazakârlaşmaktadır.
AKP’ye, ‘milliyetçilik’ ve ‘laiklik’ zemininde muhalefet edenlerin, gizlice IMF ile görüşmeleri de yine Rusya karşıtlığının sonucudur.
Irak Savaşı’ndan Suriye’ye müdahaleye kadar, ABD’ye destek vermiş Batı’daki en gerici siyasi hareketlerle, ülkemizde aydınlanma geleneğini savunduğunu iddia edenlerin, Rusya karşıtlığında buluşması, aşılması gereken paradokstur.
Uluslararası sermayenin iktidara getirdiği Macron da, ‘Yeşil Kuşak Projesi’ ile iktidarlara taşınan siyasal İslam da Rusya’ya yaklaşırken, cumhuriyetin kurucu değerlerini savunduğunu söyleyenlerin ABD’ye sarılmaları kabul edilemez.
Rusya’yla yakınlaşarak ‘Avrupalı değerlerinden’ kopacağından korkan bu kesimlerin savrulacağı noktanın, Dostoyevski’nin öngördüğü şekilde sonlanmamasını temenni edelim:
"Rus’u öğüte öğüte, ondan tam bir Avrupalı yaratma ve uygarlığın gerçek evlatları haline getirme anlamına geliyor bu: iki yüzyıllık deneyimle kazanılmış ilgiye değer bir olay! Gerçek Avrupalı olan Rus’un aynı zamanda Rusya’nın doğal düşmanı olmaması mümkün değildir."
Geçiş dönemleri sancılı, inişli çıkışlıdır. Korkular değil, umutlar, hayaller siyasal tercihlere yön vermelidir. Eski dünya siyasal aktörleriyle tarihe karışırken, yeni dünyada tutuculuğuyla yüzleşenler yer alabilir.