Madalya ve gölgesi
Aydınlık Kültür Sanat’ın cumartesi günkü manşetinde Alpay Tuğlu; “Karanlık İşler’de edebiyat buluşmaları” başlığıyla verdiği haberi, Ataol Behramoğlu’nun madalya töreni ve Adnan Özer’in yönettiği İstanbul Şiir Festivali’nin kesişmelerine işaret ederek, şu çarpıcı cümleyle bitiriyordu: “Şiir; geçtiğimiz günlerde, ‘kötü bir dönemden geçen, özgürlükten yoksun bir ülkeye Batı’nın kurtarıcı elini çağıran’ sergileme ve tanıtma teknikleriyle daha nice büyük başarı ve en büyük ödüller için tarihte eşi az bulunur sanatçı girişimlerinin örneklerini verdi.”
BÜTÜN BİR EDEBİYAT CEPHESİ Mİ?
Ödüller ve madalyalar karanlığın şiire düşürdüğü gölgeler mi? Yıllardır edebiyat cephesinin ön siperlerinde şiirini savaşçı yürek ve bilincin donanımı için cephanelik olarak değerlendiren Hüseyin Haydar’ın bu saptama hakkında görüşünü almak istedim: Medet ya Batı mı?
Şu yanıt geldi: “Bu şiir festivali, Türkiye’nin ABD dahil Batı emperyalizmiyle silahlı hesaplaşmaya girdiği gerçeğinin uzağında bir ‘entelektüel’ faaliyet... Kurtuluş Savaşı günlerinde Batıcı İstanbul, Ankara devrimcilerine ne kadar uzaktaysa, bu festival de Türkiye gerçeğine en az o kadar uzak... Parası Türk milletinin cebinden çıkan böyle bir festivali tasarlayanlar, gerçekleştirenler acaba şu günlerde Türkiye yararına nasıl bir eylem ortaya koyduklarını düşünüyorlar? Aynı Batılı merkezlerce düzenlendiği daha ilk bakışta gözlenen madalya ödülünün ise Vatan Savaşı’nda şehit düşen Mehmetçikleri umursamaksızın, tutuklu bulunan PKK yandaşlarına adanması hangi niyet ve koşulla verilip alındığını açıklamıyor mu?”
DÖNE DÖNE TARTIŞMAK GEREKİYOR
Geçtiğimiz günlerde, 12 Eylül vesilesiyle bir toplu söyleşi ve soruşturma yer almıştı sayfamızda: “12 Eylül 1980 sonrasında, taşlarını Postmodernizmin döşediği Yeni Ortaçağ cehenneminde, gerçekçi edebiyatımız hangi kumpas ve silahlarla kuşatıldı? Bu aşamada gerçekçilik; görkemli anıtlarla yüklü tarihsel birikimi üzerinde yeniden yükseliş olanağı bulabilecek mi?”
Ahmet Yıldız, Mecit Ünal, Hüseyin Haydar ve Tunca Arslan’ın söyleşisine, Volkan Hacıoğlu, Nükhet Eren, Tarık Günersel, İnci Ponat, Adnan Bingöl, Mehmet Ulusoy soruşturma yanıtlarıyla katkı vermişlerdi. Bingöl, tartışmanın eksiklerini belirtirken, döne döne tartışılması gereken açık ve sert saptamalarda bulunmuştu:
TARİH ÇARPITICILARI İŞ BAŞINDA
“Son otuz yılda ödüllerin ne denli yozlaştırıcı işlev yüklendiğine değinilmedi. Sponsorluğun çürütücü yönü üstünde durulmadı. Soros vakıfları ve devlet teşviklerinin anlamına kafa yorulmadı. Belediyelerin TYS ve sanat dernekleriyle işbirliği halinde, festival adı altındaki etkinliklerle, sözüm ona halkı sanatçıyla buluşturma adına gerçekte halkı sanattan nasıl uzaklaştırdığı hiç konuşulmadı. ... Doğan Hızlan’ın yanı sıra Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Hasan Bülent Kahraman, Enver Ercan, Metin Celal, Aslı Erdoğan gibi isimlerin hangi desteklerle palazlanarak edebiyatımıza ne tür zararlar verdiği, Ataol Behramoğlu’nun herkesle hoş geçinmeye çalışarak yıkıcıları nasıl güçlendirdiği sanki özellikle atlandı.”
Her geçen gün doğrulanıyor: Edebiyatımız AB ve ABD güdümlü FETÖ uzantısı mahfillerin denetiminde. Bunlar Doğan Hızlan’ın himayesinde bir araya geliyor. Nihat Genç’in Beşiktaş Belediyesi hakkında günlerdir süren bombardımanı, mafiyözinin kirli işler için sanatı arapsabunu olarak kullanma tutumunun Dağlarca Ödülü’ndeki somutlanışını da gösteriyor. Açık ki tarih çarpıtıcıları iş başında... Kuşatmayı yaracak birmücadele programı için Tarık Akan Sanat Kurultayı daha da ivedileşiyor.