Mademki ben bir insanım!
2010 yılından beri bizde ve dünyada 4 Nisan “Dünya Sokak Hayvanları” günü olarak kutlanıyor. Kutlanıyor kutlanmasına da bizde durum pek de iç açıcı değil. Merkezi ve yerel yönetimler tam anlamıyla tıkanmış durumda. Kısırlaştırmalar yeterli ölçüde olmadığı için sokaklar her yıl artan kedi köpek nüfusu ve getirdiği tehlikelerle dolu. Sürü mantığı ile yaşayan köpekler doğal olarak güvenlik sorunu haline gelebiliyorlar.
Hayvan barınakları temerküz kampı gibi. Birkaç tanesine gittim içler acısı. Kafeslerin arkasında sizi görünce kıyameti koparan yüzlerce hayvan. Kediler kısmen serbest ama asıl acıyı çekenler köpekler. Hangisine gitseniz; personel yetersizliğini, yem sıkıntısını, sahiplenmenin az olduğunu, ekipman yetmediğini görüyorsunuz. Bütün çalışmalar tabii ki insanüstü gayretlerle yürüyor biliyoruz ama yeterli değil. O insanların yükünü hafifletecek ve sivil toplumu işin içine katacak düzenleme ve özendirme politikalarına acil ihtiyaç var. Sivil halk, “sadakacı” anlayışla mama bağışı yapmanın üstüne çıkarılmalıdır.
Toplumda yükselen şiddetten, sokak hayvanlarının da payını almasını da eklersek sorunlar bitmiyor.
KÜLTÜRÜMÜZDE HAYVANIN YERİ NEDİR?
Birkaç kötü olay olmakla birlikte Türkler inançları ve kültürleri gereği hayvanlara karşı merhametli bir toplumdur.
Ancak tarihimizde birkaç kez köpekleri topluca tecrit ederek ölüme terk etme uygulamasına da rastlıyoruz. Sultan 2. Mahmud döneminde köpeklerin Sivriada’ya sürgün edilmesi ve İstanbulluların protesto etmek için ayağa kalkması yaşanan bir gerçektir. Kısa bir süre sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa olayı ve Çarlık Rusya’sı ile olan sorunlar halk tarafından köpeklere yapılan zulmün getirdiği uğursuzluk olarak görülmüştür.
2 Abdülhamid dönemi ise asıl sorunun köpekler değil, kuduz olduğu fikrinin hâkim olduğu dönemdir. Pasteur'den eğitim almak üzere Fransa'ya üç önemli hekim gönderilmiş ve Ocak 1887'de İstanbul'da, kuduz ve bakteriyoloji üzerine, Zoeros Paşa'nın yönetiminde Dâülkelp Tedavihânesi açılmıştır. 2. Meşrutiyet sonrasında İstanbul Şehr’emîni Suphi Bey’in, köpekleri toplatarak Sivriada’ya gönderdiği ve İstanbul halkının günlerce birbirlerini parçalayan köpek feryatlarını duyduğu bolca yazılıp, çizilmiştir. Eş zamanlı olarak 1865 eylülünde İstanbul’daki büyük yangın halk nazarında köpek katliamına bağlanmış, Sivriada halk arasında “Hayırsız Ada” olarak adlandırılmıştır.
Dikkat edilmesi gereken; hayvanlara karşı zulüm ve hatta katliam dalgalarında halk her seferinde uygulamaların karşısında olmuştur. Garip bir tecelli midir bilmiyorum ama Osmanlı’da her yenileşme döneminde evciller büyük acı yaşamıştır (!)
Çünkü bizim tarihimizde köpekler mahalleli ile iç içe yaşayan güvenlik timleriydiler. At, deve, inek, koyun gibi hayvanlar yasalarla korunurdu. Bunların içinde en ilginç kanunlardan biri ise, sahibini kaybetmiş eşeklerin koruma altına alınıp bakımının üstlenilmesiydi. O süre zarfında eşeğe nafaka bağlanır ve hiçbir iş yaptırılmazdı. Buyurun size mahkeme kararı: Satılmış nam katırcının karye-i Pendik’te olan merkebi için yevmi bir buçuk akça nafaka takdir olunup karye-i mezbure amili talebiyle sicil olundu şuhudülhal: mezkurun
(Üsküdar Mahkemesi, 9, Hüküm: 463, s. 211)
Başta da söylediğimiz gibi Türkler tarih boyunca hayvanlarla iç içe yaşamayı ve merhameti ön görmüştür.
Her milletin bir hayvan sembolü vardır bizde de “Bozkurt”tur. Türk edebiyatı allıturnalarla, bülbüllerle, kekliklerle, bezelidir. Leylek, karınca, örümcek, güvercin bu milletin kutsalları, at ise Türklerin alâmetidir. Sokak hayvanları için devlet destekli mancacılar, cami ve türbelerdeki kuş evleri, şehirlerde maaşlı güvercin besleme ekiplerinin kurulması, açıkta taşınan hububattan yemlenen kuşlar için “kuş payı” ödeme usulü bu kültürün zenginliğidir. Özellikle 1500’lü yıllardan beri yük hayvanlarına fazla yük bindirilmemesine ve hatta hayvanlar için haftalık tatillere dair fetvalar, nizamnâme ve kanunlar, kaza sonucu hayvan ölümlerine para cezası uygulanması da dikkate değerdir. Yaban hayatı koruma kanununun yüz yıllar önce "Zabıta-i Saydiyye Nizamnamesi" ile kontrol edildiği gözden kaçırılmamalıdır. Zevk için avlanma yapanlara karşı 15 Şubat 1574’te Sultan 2. Selim’in “silahlarını toplayın” emri belki de dünyada ilktir.
Bundan sonra yapılması gereken, sağlam ve yapıcı yasalarla sokak hayvanlarına sahip çıkmak olmalıdır. Hatta 4 Nisan yalnızca sokak hayvanları değil, “insana” karşı tüm hayvanların korunması günü olarak algılanmalıdır. Havai fişek görgüsüzlüğünün göçmen kuşlara verdiği zarar tahmininizin çok üzerinde, denizler neredeyse kurudu, son bulunan Anadolu Parsı (Panthera pardus tulliana)nın yaşam alanı sır gibi saklanıyor. Koruma altında türlerin avlanması ile olan mücadelede ciddi yol alındı ama daha çok eksik var.
4 Nisan kuaförden çıkan köpeklerin yarışma günü değil, insana insan olduğunun hatırlatıldığı gündür…