23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Maduro’nun resmi

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

1970’lerde dünyada en fazla çınlayan sloganlardan biri Mao Zedung’un şu sözüydü: “Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor.”

Gerçekten de o yıllarda, özellikle Vietnam Savaşı’nın ve bütün Latin Amerika ülkelerini saran “kıtasal devrim” düşüncesinin etkisiyle az gelişmiş (dönemin antiemperyalist ifadesiyle “geri bıraktırılmış”) ülkelerde büyük bir bağımsızlık ateşi yakılmıştı. Angola, Mozambik, Gine-Bissau gibi Afrika ülkeleri ise geç dönem sömürgeciliğinden kurtuluyorlardı. Bu ülkeler ancak dünya sosyalist sisteminin yardımıyla güçlenip kalkınabilirlerdi. Kapitalist ülkelerin reçeteleriyle neden kalkınamayacaklarını en iyi açıklayan kaynak (bence) Paul Baran’ın “Büyümenin Ekonomi Politiği” adlı kitabıdır.

Ve elbette halklar da devrim istiyorlardı. Gelişmiş batı ülkeleri dahil bütün dünyada güçlü sendikalar, işçi mücadelesi, genel grevler, toprak işgalleri vardı.

Fakat kırılma noktaları da vardı. Bunların en önemlilerinden biri 1972’de, yani Vietnam Savaşı devam ederken Mao Zedung’un Pekin’de Richard Nixon’la yan yana fotoğraf vermesiydi. Rus ve Çin komünizmleri arasındaki anlaşmazlık, bağımsızlık, kurtuluş ve devrim mücadelelerine zarar vermiştir. Anlaşmazlığın sebeplerini anlatmak bu sütunu aşar. Rusya ile Çin’in yıldızları tarihsel olarak barışmamıştır.

EZİLEN SINIFLARIN GENİŞLEMESİ

Bugüne geldiğimizde, işçi mücadelelerinin bütün dünyada yavaşladığını, üretim süreçlerinde kullanılan yüksek teknolojinin üretim ilişkilerini etkilediğini ve ezilen sınıfların yapısını kısmen değiştirdiğini görüyoruz. Bu değişiklik geçmişin meslek sahibi elitlerini işçi sınıfının saflarına katarak ezilen sınıfların tabanını genişletti fakat hareket kabiliyetini azalttı. Komünizm korkusundan kurtulan dünya burjuvazisi sosyal devleti kuşa çevirdi ve toplumsal kalkınma kavramını unutturarak refah devleti idealini rafa kaldırdı.

Bu gelişmeler bütün toplumlarda sınıfsal ve kültürel normların dağılmasına, belki de Durkheim’ın “anomi” dediği sosyolojik duruma neden oldu. Bütün ülkelerde canhıraş, fakat şekilsiz ve neticesiz ayaklanmalar gördük (bizim Haziran dahil). Elbette bu durum geçicidir ve halklar için devrim günümüzde bir ölüm kalım sorunu haline gelmektedir.

Açık bir gökyüzünde ansızın çakan bir şimşek gibi siyasallaşmış bir işçi sınıfı hareketi beklemek hayaldir. Proleterleşen orta sınıfların, haklarını kaybeden ve küçük üretim birimlerine dağılan işçilerin ve tarım üreticilerinin kendiliğinden kitlesel ayaklanmaları bugünden hayal edemeyeceğimiz yeni örgütlenme biçimleriyle kapitalizmi zaman içinde yok edecek ve yine bugünden hayal edemeyeceğimiz, geçmiştekine benzemeyen bir sosyalizme varacaktır. Bunun tek alternatifi gezegenimizdeki insan türünün yok olmasıdır.

Fakat bugün için esas mücadele edilmesi gereken, emperyalizmin ulus-devleti aşma çabasıdır. Emperyalizmin azami programı, zayıf devletler, güçlü yerel yönetimler, etnik ve dini olarak bölünmüş (atomize olmuş) zayıf toplumlar ve bütün bunları örten küresel bir kapitalist piyasa ekonomisi yaratmaktır. Parçalanmış zayıf toplumların ucuz işgücü deposu haline getirildiği, din ve mikro milliyetçilikle aptallaştırılmış halkların birbirini yediği, insanların tüketim bağımlısı olduğu küresel bir kapitalist piyasa istiyorlar.

ULUS-DEVLET

Bu sürece karşı koyabilecek birim, işçi sınıfı ya da milliyetler değil ulus-devlettir. Kapitalizm, imparatorlukları çözerek ulusal burjuvazilerin önderlik ettiği ulus-devletlerin yolunu açtı. Günümüzde ulusal burjuvazilerin küreselleşmesi, sermayelerini dünyanın her yerinde işletebildikleri ve sıkıyı görünce kendi ülkelerinden tüyebildikleri yeni bir durum yarattı. Şimdi emperyalist kapitalizm dünya enerji kaynaklarını yağmalamak ve en ucuz işgücüne ulaşmak için ulus-devletleri ufalamaya çalışıyor. Sosyalizme giden yol ulus-devletin emperyalizme direnmesinden geçiyor.

Bütün bunları düşünmeme sebep Maduro’nun TGB’li öğrenciler arasında Simon Bolivar ile Mustafa Kemal’in resmini tutarken çekilmiş fotoğrafıdır. Fotoğraf bugünkü dünyanın resmidir. Biz görmüyoruz ama altında “Ya İstiklâl, Ya Ölüm/Patria O’Muerte!” yazıyor. Che Guevara da, Mahir Çayan da, Mehmet Ali Aybar da bu resmin altına imzalarını atarlardı.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019