09 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Malazgirt, İstanbul’un fethi ve 30 Ağustos

Semih Koray

Semih Koray

Gazete Yazarı

A+ A-

Karanlık olan Batı’nın Ortaçağı’dır. Doğu’nun Ortaçağ’ı aydınlıktır. Malazgirt Zaferi, Anadolu’yu yükselen Türk-İslam Uygarlığı’na açmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi de aynı sürecin bir parçasıdır. Bu fetihler, Anadolu’nun ya da İstanbul’un “el değiştirmesi”nden ibaret olmayıp, bu topraklara daha ileri bir uygarlık taşıyarak toplumsal gelişmenin önünü açmıştır. Farklı din, inanç ve kültürlere sahip toplulukların eşit olmasa da, uzun süre bir arada yaşamalarını olanaklı kılan merkezi bir imparatorluk sistemi, feodal dönemde ulaşılmış en ileri toplumsal düzeyi yansıtmaktadır.

Kapitalizmin yayılmacı ve emperyalist dönemlerinde sömürgeleştirdiği topraklara taşıdığı şey, medeniyet değil, kölelik olmuştur. Bu dönemde tarihin Anadolu’ya dayattığı seçenekler, artık “Bizans veya Seçuklu” ya da “Bizans veya Osmanlı” türünden ikilemler olmaktan çıkıp, kölelik ya da “kendi bağımsız devletine sahip bir millet olarak hür yaşamak” haline gelmiştir. “Ya istiklâl, ya ölüm”, bu tarihsel zorunluluğu yansıtan şiardır. 30 Ağustos zaferini mümkün kılan da tarihin bu keskin okunuşu olmuştur.

ÜÇ TARZ-I SİYASET

Çöküş sürecine girmiş olan bir toplumsal sistem, karşılaştığı sorunların çözümünü gelecekten çok geçmişte arar. Osmanlı’nın son döneminde “devletin bekası”nı sağlamak, çözümü hem geçmişte, hem de gelecekte aranan bir sorun olarak öne çıkmıştır. Yusuf Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesinde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğü, devletin bekasını sağlayacak toplumsal gücü arayışın “siyaset tarzları” olarak sunar. Osmanlıcılık, “millet” kavramını sezinlemiş olmasına karşın, tarihsel olarak gerçekleştirilmesi olanaksız bir “Osmanlı milleti” yaratma hedefine yönelmiştir. Bu yaklaşımın kökeni, Osmanlı’nın feodal koşullarda farklı etnik ve dinsel kökenden gelen toplulukları istikrarlı bir biçimde bir arada yaşatma yetisini göstermiş olmasında yatmaktadır. İslamcılığın devletin bekasını sağlamak için seçtiği toplumsal güç ise “İslam ümmeti”dir. Bu yaklaşıma göre, Halifelik kurumundan yararlanarak Osmanlı Devleti’nin dışında yaşayan Müslüman toplulukların gücünden yararlanmanın da mümkün olacağı düşünülmüştür.

Türkçülük ise, hem devletin bekasını sağlamanın, hem de ülkemizi yeniden uygarlığa önemli katkılarda bulunan öncü bir konuma ulaştırmanın toplumsal gücünü “Türk milleti”nde bulmuştur. Bu akım, emperyalizm çağında bağımsızlığı sağlamanın ve kendi gücüne dayanarak gelişmenin temel gücü olan “millet”i keşfetmiştir. 30 Ağustos Zaferi ve Cumhuriyet Devrimi, Türk milletine dayanma siyasetinin tarihin pratiğinde sınanmasıdır.

GEÇMİŞİN BİRİKİMİNİ GELECEĞİN İNŞASINDA KULLANMAK

Osmanlıcılık ve İslamcılık da, Osmanlı’nın son döneminde pratikle sınanmıştır. Bu akımlar, tarihin maddesine uygunsuzlukları nedeniyle emperyalizme karşı direnecek toplumsal gücü yaratamamışlar ve devletin bekasını sağlamada başarısız olmuşlardır. Onları sonuçta emperyalizme teslimiyet çizgisine taşıyan, bu başarısızlıklarıdır.

Öte yandan Türk milletinin Mustafa Kemal önderliğinde kazandığı 30 Ağustos Zaferi, emperyalizmin tahakkümüne maruz kalan bütün müslüman halklar tarafından coşkuyla karşılanmış ve onlara bir umut ışığı olmuştur. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tanımlamasında, Türklük kavramına tarih boyunca siyasal bir içeriğin eşlik etmiş olmasının yanı sıra, kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı etnik kökenlere sahip toplulukları bir arada yaşatma birikiminin de önemli bir payı vardır.

Ne Osmanlıcılık, ne de İslamcılık devletin bekasını sağlayabilirken, Malazgirt Zaferi’nin, İstanbul’un Fethi’nin ve genel olarak Türk-İslam Uygarlığı’nın insanlığın ilerlemesine yapmış olduğu katkıları yaşatan, Türk milletinin cevherini açığa çıkarıp onu milli devlet örgütlenmesi altında maddi bir güce dönüştüren 30 Ağustos Zaferi olmuştur. Aslında Türk Devrimi’nin bütün insanlığın geçmiş birikimini emperyalizme karşı mücadelede yaşayan bir güce dönüştürme becerisi, bu devrimin toplumbilime yaptığı eylemli ve yetkin bir katkıyı yansıtmaktadır.

Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun.