Marsilya’da bir ‘redneck’ Amerikalı
Amerikan argosunda bizim “maganda” ya da “kıro”nun karşılığı olarak “redneck” kullanılıyor. Doğrudan Türkçe çevirisi, “Kırmızı enseli… Kızıl boyunlu…” gibi bir şey. Daha çok ABD’nin orta ve güney eyaletlerindeki alt-orta sınıftan, az eğitimli ve genel kültür seviyesinin altında kalan, kaba saba, muhafazakâr, dindar, beyaz insanlara yönelik bir yakıştırma bu. “Taşralı”, “geri kafalı”, “gerici”, “bağnaz” gibi anlamları da içeriyor. Siyahları ya da hispanikleri çok sevmiyorlar ama açıkça ırkçı bir tavırları yok. Şiddet savunusu içinde değiller ama gerektiğinde şiddete meyledebiliyorlar. Ortak özelliklerinden biri de kol emeğiyle geçinmeleri ya da işsiz olmaları.
Kısacası, bir anlamda eskinin sığır çobanları “kovboyların” günümüzdeki yansıması gözüyle bakılabilir “redneck”lere. Washington’daki Kongre binasını basanlar, bunlardı örneğin. Politik yaklaşımlarının genel çerçevesi “Önce Amerika-America First” şeklinde. Yabana atılmayacak bir toplumsal gerçek ve ABD’nin kök temsilcisi olduklarını sürekli kanıtlıyorlar.
Amerikan sinemasında “redneck” tipolojini ele alıp yansıtan yüzlerce örnekten söz edilebilir bir çırpıda; son örnek ise belki amacı doğrudan o değilse bile çok net, üstelik kendi coğrafyasından uzakta bir “redneck” portresi çizmekle ilginçlik kazanan “Durgun Su” (Stillwater).
FRANSA’NIN “SUÇ ŞEHRİ”NDE
2015 yapımı, bir kilisedeki taciz olayını ve bu skandalın üstüne giden gazetecileri konu alan “Spotlight” filmiyle tüm dünyada yankı yaratan Tom McCarthy’nin yönettiği “Durgun Su” (Stillwater), adını Oklahoma eyaletindeki küçük bir kasabadan alıyor. Filmin başında, bir kasırganın yol açtığı yıkıntıları temizleyen işçileri görüyor, içlerinden Bill Baker’ı tanıyoruz. Eşini kaybetmiş, kendisine hâlâ kol kanat germeye çalışan bir annesi olan, yorgun, kaygılı orta yaşlarda bir adam. Derken Bill uçağa atlayıp Fransa’ya, ülkenin “suç şehri” olarak nitelenen Marsilya’ya gidiyor ve beş yıldır cezaevinde olan kızı Allison’la görüşüyor. Üniversite eğitimi için Marsilya’ya gelmiş olan Allison, oda arkadaşını öldürmekle suçlanıp mahkûm olmuştur ve davanın yeniden görülmesi için umutsuz bir çaba içindedir. Tanıştığı tiyatrocu Fransız kadın ve küçük kızıyla aynı evde yaşamaya başlayan Bill, bir yandan masumiyetine inandığı kızına yardımcı olmak, yeni deliller bulmak, “gerçek suçluyu” yakalamak için mücadeleye girişir ve bir inşaatta çalışmaya başlarken, bir yandan da geçici yeni ailesine ayak uydurmaya çalışır. Attığı her adım ise “redneck”lere çok uygundur!
BİZE HER YER OKLAHOMA!
Karşımızda, Vincente Minelli’nin 1951 tarihli meşhur müzikal filmi “Paris’te Bir Amerikalı”nın savaştan sonra Fransa’da kalmayı seçmiş yoksul ama kibar ressamı Jerry Mulligan (Gene Kelly) yok elbette. Marsilya da Paris gibi bir sanat, düş ve aşk kenti değil. Tom McCarty, düşler yerine gerçeği, aşkın yerine dostluğu geçirmiş, sanatı da (tiyatro) geri planda tutmuş ve günümüz koşullarında “Marsilya’da Bir Amerikalı” öyküsü anlatmış. 2007’de İtalya’da yaşanan benzer bir olaydan hareketle yazılan senaryo, gerçekten de durgun bir su gibi akıp gidiyor. Yeri geldiğinde “Bize her yer Oklahoma!” diyen ve harekete geçen Bill’i canlandıran Matt Damon, sanki doğuştan “redneck”miş gibi rolüne uyum sağlamış. Fransız oyuncu Camille Cottin, Bill’in kızı Allison’u canlandıran Abigail Breslin ve küçük oyuncu Lilou Siauvaud da çok çok iyiler. Filmin Olimpik Marsilya’nın bir maçından anlar aktaran tribün sahneleri de ayrıca akılda kalıcı. Cezaevinden izinli çıkan Allison’un babasıyla geçirdiği bir günü anlatan sahneler de özel bir etkileyicilik içeriyor.
Özetle, “redneck”leri beyazperdede kanlı canlı biçimde izlemek, aksiyon yerine merak duygusuna dayalı bir suç-hukuk öyküsüne ve duygu dolu bir baba-kız ilişkisine tanıklık etmek istiyorsanız, geçen hafta gösterime giren “Durgun Su” size göre olabilir.