Maske - Mesafe - Temizlik - Süre
Koronavirüs salgınıyla mücadelede, hem dünyada hem ülkemizde epeyce yol alınmış görünüyor.Hatırlayınız, başlıkta yer alan ilk üçlü tedbir maske/mesafe/temizlik kavramları henüz başlarda ileri sürülen ilk çözüm önerileri olarak öne çıkmış ve her ne kadar bunların yaygın kullanım alışkanlığı biraz zaman almış olsa da oldukça etkili sonuçlar alındığını kabul etmek gerekiyor.
Şu günlerde karşı tedbirlerin devreye sokulmasının birinci yılını tamamlıyoruz ve son zamanlarda bu üçlü korunma tedbirlerinde dikkat edilmesi gereken “sosyal mesafe” kavramına kurulacak mecburi ilişkilerin “süresi” de eklemlenmiş durumda?
Elbette bu öldürücü küresel Koronavirüs salgınının bulaşma yoluyla yayılma riskine karşılık maske-mesafe-temizlik yoluyla tehlike önlenmeye ve yeniden düzenlenmeye çalışılırken aynı zamanda virüsle muhatap olma süresinin de en az diğerleri kadar etkili olduğu düşünülmeliydi. Öyle ya mesafe-maske-temizlik önemliydi de bunların uzun bir zaman/sürede üst üste binip katmanlar oluşturan miktarlarının etken olmadığı söylenebilir miydi? Yanlıyor olabilirim; bu “zaman-süre” faktörünü ilk öne sürenlerden birisi de sanırım ünlü kalp uzmanı Prof. Dr. Bingür Sönmez oldu aslında. Geçtiğimiz hafta içinde Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Necmettin Ünal da bu yeni dikkat önleminin önemini (Habertürk televizyonu, 31 Ocak 2021 Akşam Haberleri) altını çizerek herkesi bir kez daha uyardı.
Ünal'a göre de Koronavirüs farklı farklı ülkelerde henüz çözülemeyen farklı farklı mutasyonlara uğruyor ve bu durum giderek daha da tehlikeli bir hal almaktaydı.
Ona kalırsa maske-mesafe-temizlik üçlemesine birlikte insanların sosyal ortamlarda birbiriyle kurdukları kapalı ilişki ortamları alanların hava hacimleri ile burada bulunulan “süre” de bu üçleme tedbire eklenmek zorundaydı. Söylediğine bakılırsa, yeni keşfe göre de kişiler arasındaki sosyal mesafenin gelinen yeni durumda biraz daha artırılmasının yanı sıra yalnızca bir maske yerine üst üste takılmış birkaç maske kullanımın daha uygun olacağı, böyle bir ilişki sırasında bir kişiye 6 metrekare gerektiği, aksi durumlarda ise tarafların aralarına -neredeyse- duvar çekmeleri gerekiyormuş?
Çünkü bu kadar daraltılıp sıkıştırılmış yetersiz bir alanda bulunacak olanların -eğer aralarında virüslü biri bulunuyorsa- orada bulunanların yüzde otuzunun virüse yakalandıkları saptanmış.
Yine Habertürk televizyonu yine aynı akşam: bu defa da Fatih Altaylı Teke Tek programında salgının çökerttiği ekonominin durumunu Prof. Dr. Şevket Pamuk'la konuşuyor ve konuşmanın başlık sorusu ise aynen şöyle: “Ekonomimiz yine bozuk, bildim bileli hep bozuk, babamın zamanında da dedemin zamanında bozuktu vb. bizim ekonomimiz neden hep bozuk sizce?”
Şevket Pamuk elbette bu yerinde soruya kendince cevaplar vermeye çalışıyor.
Konumuz bu olmadığı için esasen oraya girmek yanlısı değilim doğrusu.
Konunun beni ilgilendiren yanı, tıpkı başta hayatta kalıp kalmayacağımız olmak üzere sağlığımızı, sosyal toplumsal hayatımızı, işimizi gücümüzü, ekonomimizi tehdit etmeyle de kalmayıp yok eden bu öldürücü salgında olduğu gibi benzer birçok durumun birden oldum olası düşünce sanat ve kültür alanlarında da söz konusu olması ve bunun nasıl aşılacağı sorusudur.
BÜYÜK DÜŞÜNSEL İDEOLOJİK KÜLTÜREL VİRÜS SALGINI
Bütün bu Koronavirüs saldırısı ve buna karşı öne sürülüyor olan tedbirlerden neden söz ediyor olduğumun asıl nedeni ise bu virüsün bulaşarak salgın halinde bütün dünyaya yayılma riskinin azaltılması için yeni gelen bu “sosyal ilişki süresi” uyarısının hemen yanı başına en az onlar kadar “düşünsel/siyasal/ideolojik/kültürel vb. ilişki” kavramlarının da konulması gerektiği yönündeki düşüncemle ilintili olmasıdır.
Ne yazı ki, iki profesörde de olduğu gibi eksik bırakılan asıl nokta da tam buradadır.
Uzunca süredir yazıp duruyorum: uluslararası neoliberal küreselleşmenin siyasi-ideolojik-kültürel merkezi olarak öne çıkan ABD'de daha İkinci Dünya Savaşının hemen öncesinde başlayıp savaşın sona ermesiyle birlikte bir büyük ideolojik devlet projesi geciktirilmeden devreye sokuldu.
Özellikle de 1960'lı yıllarla birlikte ABD başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde ABD merkezli başlatılan bu büyük ideolojik “kültürel soğuk savaş” projesiyle entelektüel kuramsal kültür endüstrisinin yerine önce “popüler kültür endüstrisi”nin egemen kılınma planı uygulandı.
Böylece önce başta aydınlanma düşüncesi olmak üzere bütün ulusal yerel tarihsel kültürlerde derin yaralar, travmalar, yabancılaştırmalar vb. çökmeler oluşturuldu.
Elbette bütün bu büyük yaralar ve çökmeler de o kültürlerin içerisinde yer alan bazı sözde aydınlar, entelektüeller, sanatçılar, felsefeciler ve bilim insanları elleriyle gerçekleştirildi.
Bu kesimlerin ellerindeki temel argümanlar ise sözüm ona modernin sona erdiği, postmodernin başladığı, çağdaşlaşmanın ise aslında bunlardan ibaret olduğu yönündeki başlangıç tezleri giderek yerini güncel “popüler kültür endüstrisi” kavramlarına evrildi. Zaten bir süre sonra da çağdaş sanat kavramları bile tartışmaya açılarak bunun yerine “güncel sanat” kavramı iddiaları öne çıkarılarak bir dizi kavramsal manipülasyon sağlandı. Bu ise asıl büyük yaranın ve çöküşün çok daha ölümcül bir biçimde gerçekleşmesi demekti.
Zaten Koronavirüs salgını da önemli ölçüde bu büyük yaralar yıkımlar sonucunda gerçekleşti. Fatih Altaylı'yı da sağlık profesörü Ünal ile ekonomi profesörü Pamuk'u da konuşturan bizdeki asıl yaranın da o yok edici büyük küresel “körleşme”yle körlemesine eşleştirilen hakiki “çağdaşlaşma” değil doğrudan ilişki kurulan ve oralardaki tarihsel evrilmeyi ya görmeyen ya görmek istemeyen ya da bilinçli bir tercih olarak öne çıkan gözü ve bilinci kaybolmuş “batı”lı kimliklerin tarihsel yanılgıları “batı” ve “çağdaşlaşma” kavramları açmış durumda aslında.
Bu öyle büyük bir felsefi ideolojik siyasi kültürel birer travma ki bunları teşhis etmeden, çözmeden ne “aydınlanma devrimi” yaşamış Avrupa/Batı'yı, ne tarihsel Paris Komüncüleri katliamını, ne milyonlarca Avrupalının ölümüyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı'nı, ne onca acıya rağmen yine milyonlarca insanın öldüğü İkinci Dünya Savaşı'nı, ne Hitler/Mussolini/Franko virüslerini, sanki bunlar hiç yaşanmamış ve aydınlanma devriminin hiç yara almadan olduğu gibi ayakta durduğu sanısıyla mutlaklaştırılmış bir “çağdaşlaşma” ve “batı “ kavramlarına takılıp kalınmış büyük felsefi fiziki insanlık travmasını anlamak mümkün değildir. Bu büyük geriye evrilişin temel nedenlerinden birisi ne yazık ki çağımızda bilim insanları ile entelektüel enerjilerin esas olarak tarihsel insani/toplumsal/gelecek hakikatinden aşırı derecede kopmuş olmalarıdır. Bu öylesine büyük bir kopuştur ki, bir tür “kafa emeği ile kol emeği” ve “kalp ile beyin” ya da “his ile akıl” vb. arasındaki tarihsel kadim çatışmaların da bir ürünüdür aslında?
Egemen olan fakat artık tarihsel olarak yıkılma sürecine giren bu köhnemiş “sistem” bu durumu çaresizce giderek daha da baştan çıkarıcı bir konuma zorluyor bu yeni süreçte. Yani aşırılaştırılmış neoliberal küresel ticaret/pazar/piyasa rekabeti ister istemez yeniden ve insandan uzaklaşmakta.
Koronavirüs aşıları süreci çatışmaları da bunun görünür en belirgin tezahürleri aslında?
(Devam edeceğim!)