Maya Fırın, Necip Mahfuz ve ülkem
Bir ülkenin bugününe, dününe ve yarınına nasıl bakarsınız? Dahası nedir sizi o “bakış”ı edinmeye yönelten?
Olaylar mı, geçmişinizdeki tarih mi, yoksa gelecek düşleriniz mi?
Bence, hepsi!
Birini diğerinden ayırarak ne bir gelecek kurabilirsiniz, ne de günü yaşayıp geçmişin de değerini anlayabilirsiniz.
Bunları kavrayışı için insanın yetisi, bilgisi olmalı, bir de eğitimi. Yani karanlıktan çıkıp gelmesi gerekir insanın. Cehalet gömleğini çıkarıp, hayatın nasıl bir cevher olduğunu görebilmesi için kendine ve yaşadığı yerin/ülkenin coğrafyasına bakmalı önce.
Sıklıkla öğrencilerime, yanımda yöremdeki arkadaşlarıma eşime dostuma İranlı sinemacı Abbas Kiyarüstemi’nin şu sözlerini hatırlatırım, hatta bununla kalmaz okur, o sözlerin geçtiği kitabı okumalarını salık veririm. Şunu diyordu bir yerde Kiyarüstemi:
“Dünyadaki herkesin anlayabileceği bir iş ortaya çıkarmak istiyorsanız kendi kültürünüzün derinliklerine dalın. Tepeden tırnağa her şeyini öğrenin. Mekânları, fikirleri ve insanları, insanların aşklarını ve kaygılarını tanıyın. Bazı yönetmenler, dünyayı dolaşarak bilgi edinmek ister ancak dünyadaki bilginin tamamı kendi toplumunuzda bulunabilir. Etrafınızdaki her şeyle ilişki kurun ki işiniz evrensel olsun...” (*)
Bu aynı zamanda kendi zamanınıza bakmak, o zamanın ruhunu kavramaktır. Dilediğiniz, düşünü kurduğunuz başarıyı da öyle yakalayabilirsiniz.
Gitmek, derim... İnsana, doğaya, kültüre, bir yere, bir anlatıya, bir yazara… Giderek keşfeder çoğalabilirsiniz.
Kendi dilinize, insanınızın gerçekliğine gitmeden; doğasını kültürünü tanımadan hiçbir şeyi var edemezsiniz. Zavallı bir uydu, tüketen bir nesneye dönüşürsünüz farkında olmadan.
Sokağınıza çıkıp insanınıza gidince göreceksiniz hayatın nerelerde nasıl aktığını.
Kaç zamandır gelip geçtiğim, yolumun üzerindeki iki mekan ilgimi çekmişti. Biri “Çayluk” adında yerel ürünleri satan küçücük bir dükkan, diğeri de buğdayın, tahılın ne yaman bir ürün olduğunu bize hatırlatan Maya Fırın.
Hep derim, bir markete değil, böylesi bir yere girince asıl ülkenizin nerede/nasıl olduğunu görürsünüz; hayata ve yaşamaya inancınız artar. Bir market veya aveme size nasıl bir kargo toplumuna dönüştürüldüğünüzü gösterir yalnızca. Üretimin olmadığı yerde hayat yoktur. Sizin duble yollarınız, akıllı binalarınız insana bir şey anlatmaz eğer ki toprağından koparıyorsanız o insanı…
Ve kapalı kapılar ardındaki kirli siyasetinizi ülkeme bir kara örtü gibi yayıyorsanız; o zehirli dille her gün sokakları yıkamaya çalışıyorsanız…
Yok, o kadar umutsuz olmamalı diyorum.
Maya Fırın’ı kuran, bir saniye olsun gözünü hamurun mayasından, fırının ısısından ayırmayan, ürettiği her bir şeye sevgisini kattığını gözlerinin ışıltısından anladığım Safa, dede mesleğini bugüne taşımış.
Eğer bir ülkede bir meslekte üç kuşağı var edebiliyorsanız ülkenizin geleceğinden umudunuzu kesmemelisiniz. İnsanınıza ve kendi olma derdindeki gençlerinize inancınızı çoğaltarak yaşamalısınız.
Sokağa çıkın, görün bunu. Tarihi okuyun, anlayın. Ve bir yazarın yazdıklarına dönün yüzünüzü; hiçbir otoriter güç kendine bir gelecek kuramıyor yeryüzünde.
Mısır’ın Balzac’ı diye nitelendirilen Necip Mahfuz’un herhangi bir romanını okursanız eğer, o ülkenin tarihine/insanına/sokağına dair her bir şeyi öğrenirsiniz.
Bu gençlerin ışıltısındayken bilincim, Mahfuz’un “Karnak Kafe” romanını okudum bir gecede. Bin bir umutla gelen Nasır’ın topluma yaydığı o “devrim” heyecanının bir süre sonra nasıl söndüğünün, kirlenme ve yozlaşmanın bir ülkede nasıl başladığının öyküsünü anlatıyordu bize romancı. Ama sokağa çıkarak, sokağa bakarak, insanını hissederek.
Kaleminizi, aklınızı, vicdanınızı, duygularınızı, inancınızı alıp sokağı çıkın. Bakın neler neler göreceksiniz sevgili okurum. Bu ülkeden, ülkenizin insanından, pırıl pırıl gençlerinden asla umut kesmeyeceğinize dair inancınız pekişecek. Ve kirli siyaset dediğiniz şey, tıpkı Mahfuz’un anlattığı gibi tarihe karışıp yok olacak…
Işık gençlerden geliyor, rüzgâr oradan yaman esiyor; kulak verin buna.
(*) Abbas Kiyarüstemi ile Sinema Dersleri; Haz.: Paul Cronin; Çev.: Pelin Arda, Redingot Yay., 218 s.