Maydanozu GAP'tıran GAP!..
Gazetelere geçen aylarda yansımıştı; "Rusya'dan Mısır, buğday, ham ayçiçek yağı, ayçiçeği küspesi, bezelye ve pirinç ithalatına yasak geldi...
" Vah ki ne vah?.. "Domates" satmak için kapısında adeta takla attığımız Rusya, meğer Türkiye'ye yıllardır "bezelye" bile satıyormuş da, koca Anadolu "tarım memleketi" diye geçinip duruyormuş!!!
Ne kadar büyük bir tarım ülkesiymişiz ki, yukarıda sıralanan ürünlerin ithalat bedeli olarak domatese-salatalığa muhtaç olan Rusya'ya 1.3 milyar dolar ödemişiz!..
Yine medyada okuduk ki, Rusya'ya arpa ithalatı için bile 2016 yılında "9 milyon dolar" ödemek zorunda kalmışız...
Hani şu Konya Ovası, Çukurova gibi uçsuz bucaksız arazileri, verimli Ege'si, kocaman "GAP"ı olan ve düne kadar dünyaya "1.9 milyar" dolarlık yaş sebze ve meyve satan Türkiye, buğday için bile Rusya'nın kapısına dayanıyormuş ki, ağlayacak kimse yoktur halimize!..
Kimileri diyebilir ki, "Ne var bunda?.. Türkiye 2012 ve 2014 yıllarında Balkan ülkelerinden saman bile ithal etmedi mi?.."
Yine kimileri diyebilir ki, "En ucuz kıyma etin kilosu 40 lirayı aşmışken, hayvancılık çökmüşken samana, ota ne gerek var ki?.."
Bu satırlar kimilerine şaka gibi gelebilir ama medyaya 3 Mayıs 2016'da yansıyan "devlet 570 bin büyükbaş hayvan ithal edecek" başlıklı haberle, gazetelerde 2 Ocak 2017'de yer alan "500 bin baş sığır ithal edilecek" başlıklı manşetler memlekette hayvancılığın nasıl büyük bir uçuruma sürüklendiğini yeterince kanıtlıyor...
Ve AKP iktidarı döneminde, Türkiye'nin tarım ithalatının 126.5 milyar dolara ulaştığına dikkat çeken CHP'nin "tarım raporu" her şeyi anlatmaya yetiyor.
Peki, tarım ve hayvancılığın çöküşünü anlatan bu vahim tabloyu neden mi anımsattık?.. Aydınlık gazetesinin dünkü manşetinde, 50 bin üreticinin, iflas eden tarım sektörünün çığlığını duyurmak amacıyla 14 Mayıs'ta Ankara-Tandoğan'daki mitinge katılacağını okuyunca, "tepki için domatesin kilosunun 10 lirayı aşması mı bekleniyordu" diye isyan ettim içimden?..
TARIM MERKEZİNDEKİ ÇÖKÜŞ...
"Domates, saman, buğday" demişken, sahi tüm bunların üretiminin en az yüze katlanması beklenen Urfa'da, yani "tarımın başkenti" olması için devletin milyarlarca dolar harcadığı GAP'ın merkezinde neler oluyordu acaba?..
Geçen haftalarda doğduğum topraklardaydım... 1985 yılından itibaren Fırat Nehri'nin sularının aktığı Urfa'yı merkezinden Harran'ına, Atatürk Barajı'ndan Halfeti'ye kadar dolaştım... 2015 yılında 1 milyon yerli ve yabancı turistin dolaştığı Urfa'nın genelinde çarşılar ne yazık ki boş, ören yerleri ise tamamen turiste hasretti...
Milyonlarca lira harcanan Haleplibahçe'deki iki güzelim müzede arkadaşlarım dışında bir-iki kişi dolaşıyordu...
Ne tuhaf ki; bahar ayında, çevresi inşaat faaliyetleri nedeniyle zaman zaman kapalı tutulan Balıklıgöl'de bile, hafta sonları gelen bir avuç meraklı dışında turist yoktu...
Gölün çevresinde yapılan pasaj da ekonomik durgunluktan nasibini almış, çok sayıda dükkan kapısına kilit vurmak zorunda kalmıştı...
Tarihi Harran ilçesinde, bizimkinin dışında tek turist aracı, tamamının başlarında türban bulunan ilkokul çocuklarını getirmişti!..
Suriye'deki çatışmalardan dolayı sık sık roket mermilerinin düştüğü sınırdaki Akçakale'nin üzerine ise adeta kül elenmişti...
On yıl önce nüfusu en çok 300 bin olan Urfa'nın kent merkezinde 400 bin kadar Suriyeli dışında 900 bin kişinin yaşadığı yazıyordu tabelada...
İşte bu yoğun nüfus artışı daha on yıl öncesinde, insanların gitmeye korktuğu çevredeki tüm köyleri apartman cehennemine çevirmişti... Aklıma ilk önce şu soru geldi; "Referandumda, bu şehirden yüzde 70 oranında 'hayır' oyu nasıl çıktı acaba?"
TOPRAKTAKİ KATLİAM!..
Urfa'da yalnızca kent merkezi büyümemiş, rant da olağanüstü biçimde artmış olmalı ki, tarım alanlarındaki katliam da ürkütücü boyutlara ulaşmış...
En acısı da ne biliyor musunuz; Urfa'yı Habur'a bağlayan Viranşehir yolunun sağında-solunda, Urfa Ovası'nı Harran'a bağlayan verimli topraklar üzerinde binlerce apartman inşa edilmiş!.. Yani GAP topraklarında, altın yumurtlayan tavuk boğazlanıyor!!!
Atatürk Barajı'ndaki tek gezi aracı yine bizimkiydi... Bölgedeki aklı evvel yöneticiler gezi alanını bile girişe kapattıkları için, barajın ardındaki muhteşem gölü görmek isteyenler çevredeki köylerin tepelerine tırmanmak zorunda kalıyor!..
"Baraj" demişken akla hemen Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) geliyor... Hani şu devletin Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde barajlar yapmak, Urfa, Ceylanpınar, Viranşehir, Harran ve Mardin ovalarıyla çevresini sulamak için 30 milyar dolardan fazla para harcadığı GAP...
Hani yalnızca Urfa'daki 1.2 milyon hektarlık arazide, yılda en az "dört ürün" el ederek tarımı canlandıracağı ve 3 milyon insanı istihdam edeceği, hatta ülke genelinde "topyekun kalkınma"yı sağlayacağı planlanan GAP!..
"Projenin merkezi olan Urfa on yılda 10 kat büyüdü, genel nüfusu 2 milyona dayandı" diyenler için GAP başarıya ulaşmış olabilir!!!
Ancak yüzbinlerce dekarlık verimli tarım toprağına rağmen Urfa çarşılarında halen Mersin'den getirilen nane ve "maydanoz"un satılması içler acısı değil mi?..
Heyhat ki, Urfalıları Çukurova'da "ırgat" olmaktan kurtarmak içinde planlanan "GAP'ın başkenti" maydanoz için bile halen Çukurova'ya muhtaç!..
Devasa projenin mimarlarından rahmetli Süleyman Demirel yaşıyor olsaydı, "maydanozu bile GAP'tırmışız" demez miydi acaba?..