MEB 'Mürit Eğitme Bakanlığı' olamaz
Meşruiyet sorunu yaşayan güçlerin yaptığı hesap hatalarının tarihte örneği çoktur.
Fransız işgal bölüklerinin, Antep’i zayıf bir direnişle teslim alabilecekken, kentte şımarık ve keyfi davranıp, annesini tacizden kurtarmaya çalışan Mehmet Kamil isimli bir çocuğu öldürmesi, destansı bir ayaklanmaya kıvılcım çakmıştı.
18. yüzyılda feodal beylerin ticari tahakkümlerinden dolayı, Fransa’nın güneyinden kuzeyine buğday götürmeyi, Çin’den getirmekten çok daha pahalıya mâl eden sistem, başta Paris olmak üzere bütün dünyayı derinden etkileyecek devrimlerin zemini olmuştu.
Çar Nikolay’ın ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan hazırlıksız olmasına rağmen Rusya’yı İtilaf Devletlerinin safında 1. Dünya Savaşı’na sokması; gelen büyük yenilgiler, açlıklar, ölümler ve kaos imparatorluğun sona ermesine yol açmıştı.
Cehalet, rehavet, takıntı, kibir, aç gözlülük, bencillik, dar grupçuluk vb. küçük duygular; her zaman öngörüsüzlükler doğurmuş ve meşruiyet sorunu yaşayan öznelerin bedeli ağır olan hesap hatalarının nedenleri olmuştur.
AKP’nin Meşruiyet Sorunu
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), hükümet kurduğu ilk günden bugüne her dönem meşruiyet sorunu yaşadı. Sorunun kaynağında esas itibariyle işbirlikçilik vardı. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) emperyalizminin ulus devlet düşmanı ve yeni ortaçağcı dünya düzeninin dayatmalarını uyguluyorlardı.
Atatürk ve Cumhuriyet değerleri alerjisi, Ergenekon tertibi, açılım süreci, Fethullahçı (FETÖ) kadrolaşma, şaibeli ekonomik işler, despotik ve sekter davranışlar, komşu ülkelere karşı kışkırtılan düşmanlıklar ve gayrı milli politikalar; AKP’nin meşruiyetinin ülkenin yarısı, bazen de yüzde altmışı tarafından sorgulanmasına yol açmıştı.
İşbirlikçilik ve Cumhuriyet düşmanlığı döndü dolaştı ve AKP’yi de vurdu. Sonuç olarak, şu ya da bu gerekçelerle Recep Tayyip Erdoğan, ABD ve Avrupa makamlarınca istenmeyen adam ilan edildi; bugünkü Türk-Amerikan savaşı tablosu ortaya çıktı.
Sadece Erdoğan değil; Türkiye de direkten döndü. Savaş devam ediyor.
Fırsatlar ve Engeller
Gayrı nizami usullerle süren ve Türkiye için varlık yokluk meselesi haline gelen bu savaştan ancak devletin ve halkın bütün kurumlarının ve bütün kesimlerinin seferberliğiyle başı dik çıkılabilir.
Açılımın sona erdirilmesi ve bölücü terörle mücadeleye girişilmesi, FETÖ tasfiyesi ve darbe girişiminin püskürtülmesi, ABD hegemonyasından çıkış ve Avrasya ülkeleriyle yakınlaşma böyle bir kenetlenmenin maddi ve manevi altyapısını sağlıyor. Hükümete meşruiyetini güçlendirme olanakları sunuyor.
Fakat fiilen başkanlık sistemini öneren anayasa değişikliği taslağı büyük birleşmenin ve güçlü mücadelenin önünü tıkıyor, teröre karşı birleşen milleti bölüyor.
Hesap hataları, anayasa değişikliği önerisiyle sınırlı kalmıyor.
Birkaç gün önce milli birliği engelleyecek ve emperyalizmle mücadeleyi tökezletecek bir gelişme daha yaşandı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) anayasa tartışmalarıyla açılan yarığı genişletecek bir müfredat taslağını kamuoyuyla paylaştı.
Karen Fogg’a Göbek Attıracak Müfredat
Kabul edilmesi ve işlenmesi halinde gelecekte telafisi zor zafiyetlere meydan verebilecek olan müfredat taslağı, emperyalistlerin uzun yıllar uğraşıp da başaramadığı düzenlemeleri kapsıyor.
Milli kültürü ve milli bilinci oluşturmanın, eğitim sistemimizdeki en kuvvetli dayanağı olan Atatürk İlke ve Devrimleri Tarihi dersleri, önemli ölçüde sınırlandırılıyor ve içeriksizleştiriliyor.
Atatürk ilkelerinin içinde “laiklik” sayılmazken, Cumhuriyet Devriminin kanunları tarihsel ve sınıfsal bağlamlarından kopartılıyor. “Farklı yaklaşımlardan inceleme” denilerek “İstiklal Mahkemeleri”, “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması” gibi uygulamalar eleştiriliyor; Şeyh Sait İsyanı gibi Cumhuriyet düşmanı eylemler normalleştiriliyor.
Milli kahraman İsmet İnönü buharlaştırılıyor; adına, fedakârlıklarına ve başarılarına bir kez olsun değinilmiyor.
Tarih çarpıtılıyor, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem padişahlarına sütten çıkmış ak kaşık muamelesi yapılıyor. Düyun-u Umumiye’yi uzaylılar kurmuş; Balkanlardaki kayıplardan, Mondros ve Sevr anlaşmalarından harem ağaları sorumluymuş psikolojisiyle davranılıyor.
“Bab-ı Ali Baskını”, “27 Mayıs 1960 İhtilali” ve “28 Şubat Müdahalesi”; “12 Mart Darbesi”, “12 Eylül Darbesi” ve “15 Temmuz FETÖ’cü Amerikancı Darbe Girişimi” ile aynı kefeye konuluyor, tarih çarpıtılıyor.
Biyoloji dersinden “Evrim” bölümü çıkartılıyor, Felsefede konular yüzeyselleştiriliyor ve daraltılıyor.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri mezhepçi bir şablona oturtuluyor.
İlkokul çağındaki çocuklarda ve toplumda yanlış kabullenmeler yapabilecek ifadeler okuma fişlerine taşınıyor.
Bu Taslak FETÖ’nün Ekmeğine Yağ Sürer
MEB’in yeni müfredat taslağı güya “ideolojisizleşme” eğilimiyle ideolojilerin en tehlikelisi neoliberalizme yaslanıyor. Bu taslak müfredat haline geldiği takdirde özgür, çağdaş, toplumcu ve vatansever bireyler yaratmanın en kritik unsuru olan milli bilince zarar verir. Milli bilincin tahrip olması demek; FETÖ ve IŞİD başta olmak üzere radikal terör örgütlerinin kendilerine hayat alanları bulması, yeni müritler örgütlemesi demektir.
Post modernizmin tarikatları, cemaatleri, ayrılıkçı etnik ve mezhepsel grupları kendi hukuk ve referanslarıyla birlikte gündelik yaşamın parçaları olarak varsaydığı yeni ortaçağcılık; yeni FETÖ’ler, yeni IŞİD’ler, yeni PKK’lar peydahlar.
Millet olmak bir Cumhuriyet irfanıdır. Yaygın çağrışım yapan kültürel anlamının dışında; asıl olarak ve en önemlisi özgür ve vatansever yurttaş olmak demektir.
Yanlış Hesap Bağdat’tan Dönmeli
Türkiye millet olmaya, özgür, çağdaş, toplumcu ve vatansever yurttaşlara önümüzdeki günlerde hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyacak.
Neyse ki maya sağlam…
Yanlış hesap Bağdat’tan dönmeli!
Milli Eğitim Bakanlığı, “Mürit Eğitme Bakanlığı” değildir!
Askıya çıkarılan müfredat taslağını hazırlayanların sıfatları ellerinden alınmalı, Eğitimciler Birliği Sendikası’nı (Eğitim Bir-Sen) kapatmak üzere Cumhuriyet başsavcıları harekete geçmelidir.
MEB, bilimselliğin ve vatanseverliğin başat ilkeler olarak alındığı gerçekten milli ve çağdaş bir müfredat hazırlamalıdır.
Türkiye’nin her türlü sorunu bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da temelsiz, faydasız ve uydurma akımlarla, Neo Osmanlıcılıkla, ümmetçilikle değil; Atatürk devrimciliğiyle, milletçilikle çözülür.