24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Mecbur insan!’

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Çocukluğumun namlı kabadayısı “Bacak Oktay”ı anarak başlamak istiyorum sözlerime.

1960’ların Erzurum’u. “Kabadayılık” sözünü o günlerde biraz da “külhanbeylik” olarak algıladığımı söylemeliyim. Henüz “mafya” kavramı ile karşılaşmamıştık. Francis Ford Coppola’nın “Baba” (1972) filminin öncesinde, özellikle Yeşilçam sinemasında yeraltı dünyasını anlatan öykülere sıklıkla rastlardık. Bunlar arasında galiba en belirgini Yılmaz Güney’in çizdiği karakterlerdi. Özellikle de “Umutsuzlar” (1971) filminin Fırat’ı.

RobinHood’un bir “haydut” olarak anlatıldığı hikâyeleri okuduğumu da hatırlarım. Ama bizim “İnce Memed”imizle ilgili olarak Yaşar Kemal”le konuşmalarımızda onun kendi yarattığı bir karakter olmasını açıklarken de şunun altını sürekli çizerdi: “Mecbur insan”.

“İnce Memed nasıl mecbur insansa ben de öyleyimdir,” derdi. O öyküde bir başkaldırı vardı. Haksızlığa, adaletsizliğe, insanın ezilmesine… Zamane kabadayılarının hikâyelerini okuyup ederken sıklıkla karşımıza çıkan olgu; şiddet, cinayet, hukuksuzluk vb. durumlardır.

İtalya’nın “temiz eller” savcılarından olan Antonio Di Pietro’nun bir konuşmasında Türkiye’nin geleceğinin siyasetinde mafyanın egemenlik kuracağını söylemesi manidar karşılanmıştı o günlerde. Ülkesini örnek göstererek; “bizde devlet mafyayı var etti, sonra da mafya devlete ve siyasete egemen oldu” demişti.

Sanırım onun 1990’lardaki söylemi bugün ayan beyan ortaya çıktı. Günlerdir Sedat Peker gündemiyle çalkalanan siyasetin rengine baktığımızda tünelin ucunda nelerin göründüğünü anlamak hiç de zor değil. Bir bakıma sistemin yarattığı, “yeraltı” dünyasının iki adının ne söylediklerine bakalım isterseniz. Sedat Peker geçmişte Duygu Asena’nın kendisiyle yaptığı bir röportajda şunları söylemişti:

Duygu ASENA: Bugün bir mucize olsa ve deseler ki, istediğin yerde, istediğin şeyi olacaksın.

Sedat PEKER: "Ben mucizeleri insanların kendilerinin yaratacağına inanırım. Ne kral olmak isterim, ne padişah. Çünkü onlar hiçbir zaman herkesi mutlu edemezler, çünkü birilerinin menfaati için karar verdiğiniz zaman birilerini mutlaka üzmek durumundasınız. Ben samimi olarak söylüyorum dünyanın en bilge kişisi olmak isterdim. Uzun senelerdir haksızlığa uğramış olan Türk toplumunu kesinlikle hak etmiş olduğu yere taşımak isterdim."

Duygu ASENA: Normal insan gibi yaşamanıza müsaade etmiyorlar diyorsunuz, niçin?

Sedat PEKER: "Şimdi bizim toplumumuza baktığınız zaman insanlar doğduğu zaman annesi babası tarafından dövülmeye başlar. Okulda askerde dayak yer. Doğduğu andan öldüğü ana kadar korkuyla yetiştirilip, bastırılan bir toplumun hiçbir zaman özgür bir şeyler yapabilme şansı yok ki. Bir şeylerin değişmesi için önce insanlarımızın hiçbir şeyden korkmaması gerektiğini anlatmak istiyorum. İnancımızda bile ya cehennem ateşinden korktuğumuz için Müslüman olmuşuz ya da cennette ki huriler, akan ırmaklar, meyveler için Müslüman olmuşuz. Ailelerimiz, komşularıyla kendi aralarındaki komplekslerinden dolayı bizi sınıfın ve mahallenin en başarılısı olmak zorunda bıraktılar. Belki biz dünyanın en başarılı çocuğu olabilirdik, belki farkında olmadan bizim ufkumuzu sadece bir mahalleyle, bir sınıfla sınıflandırdılar."

***

Bir diğer ad Alaattin Çakıcı ise, daha birkaç gün önce, kamuoyuna yazdığı mektupta şunları söylüyordu:

"Benim varlığımdan dolayı rahatsız olan muhalefet ve dış güçler, rahatsız edip benim üzerimden Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanı sayın Devlet Bahçeli'yi, devletimizin başı olan sayın devlet başkanımızı sürekli yıpratmaktadırlar. Af yasasından önce devam eden mahkemelerim var. Özgürlüğü onursuz yaşayacaksam eğer her gün gündeme getirenlere şunu söylüyorum, devam eden mahkemelerimi hızlandırın. Ömrümde cezaevlerinde hep şerefimle yattım. Asla ömrümde kimseye boyun eğmedim. Tabi ki haklı olduğum konularda. Devlet düşmanları devletin ve cumhur ittifakının düşmanları sizlere sesleniyorum. Sizlerin de yargıda insanları var. Mahkemelerimi hızlandırın. Tekrar hapishaneye düşmek benim için şereftir. O mafya dediğiniz adamı araştırın. Ömrümde kaçaklığın hiçbir türüne elimi sürmedim. Devlete ait herhangi bir hazine arazisinin bir çöpünü almadım. Bir garibe yaşadığım sürece hiçbir zararım dokunmadı. Daha evvel de beyan ettiğim gibi bir müddet demir ticareti yaptım. Otel kumarhaneleri işlettim. Geçmişte devleti soyan hırsızları soyup onu da herkesle paylaştım."

İster istemez geçmiş zamane kabadayılarımızı hatırladım, “Bacak Oktay”ın da kulaklarını çınlatarak. Yıllar sonra kendisiyle karşılaştığımda, söylediği şu sözleri hiç unutmadım:

“Yaptığımız Robin Hood’luk değildi, ama mecbur kalmıştık o yola girmeye!”

Pablo Escobar’ınoğlu Juan Pablo Escobar babasını anlattığı kitabında şöyle diyordu: “Babamın öyküsüne bakınca, hangi sistemin onun gibilerini yarattığını göz ardı etmemek gerek…”

Sahi, “temiz toplum” mu demiştiniz; yoksa “temiz siyaset” mi?

E- ABONE OLMAK İÇİN TIKLAYIN

‘Mecbur insan!’ - Resim: 1

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları