03 Temmuz 2024 Çarşamba
İstanbul 29°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Medeniyetin Rabbi: Antakya

Mehmet Yuva

Mehmet Yuva

Gazete Yazarı

A+ A-

Suriyelilerin, Mısırlıların, Asurların, Babil’in, Anadolu coğrafyasında yeşeren hanedanlıkların, Perslerin (Farisilerin), Makedonyalılar ve Yunanların, şehri yeniden merkez devlet yapan Selevkiya hanedanlığının, Tedmorluların (Palmiralı Zennubya), Romalıların, Bizanslıların, Müslüman Arabilerin, Tanrıça Iştar’ın, Tanrı Baal’in, Apollo’nun, Jüpiter’in ve tüm kadim Suriye tanrılarının, Zerdüştlerin, Musevilerin, Mesihilerin ve Muhammedilerin, Kölemenlerin (Memlukluların), Haçlı ordularının, Selçuklu ve Osmanlı Hanedanlığının, İngiliz ve Fransız’ın, Suriye Arap Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, ABD ve AB sömürge projelerinde Antakya’nın kıymetli bir yeri, stratejik önemi ve manevi cazibesi var. Bu cazibe merkezi, çiçekten, kovandan istifade etmek isteyen bal arılarının da, eşek arılarının da, ayıların da projesi ve menzilinde oldu ve halen olmaktadır.

Antakya tarihini anlatmaya kalkışan tarih cahili, ukala, kıskançlık ve aşağılık kompleksi hastalığından muzdarip çevrelerin, bölgemiz tarihini Sami, Ari, Hint-Avrupalı, Avrupalı-Asyalı, Yakın Doğulu-Uzak Doğulu, Ön Asyalı, Batı Asyalı, Küçük Asyalı safsataları ile izah etmesi tahripkar, habis, barbar Batı projelerine hizmettir. Selevkiya-Antakya tarihini, medeniyetini ve işgal ettiği maddi-manevi makamını Yunan, Helen, Makedon, Pers (Farisi), Roma, Bizans eseri, kültürü ve hanedanlıkları olarak sunmak kök bilmemek demektir.

Antakyalı Kleopatraları, Helen, Makedon ve Yunan sanmak, Yunan ve Roma imparatorluğunu kimin kurduğunu, Truva kıyımı esnasında şehirden kaçan Kahin Anya'nın (yumuşak ayn ile yazılır ve adetten olduğu gibi her ismin sonuna es takısı alarak Anianus olur), aile efradı ve dostlarının önce Kret Adası'na (Girit) ardından bugünkü Sicilya’ya (Sıkılya) sonrasında bugün Tunus’ta yer alan Kartaca’ya neden sığındıklarını anlayamaz.

TARİH UKALALARIN KEYFİNE GÖRE ANLATILMAZ

Zira bu yerler onun akrabaları Suriyelilerin yurdudur. Batılılar Finike ve Finikeliler ismini kullanmayı tercih ediyor. Zira Suriyeli derlerse bugünkü Suriye’nin propagandasını yapmak kaygısını taşımışlar ve tarihi tezvir etmişlerdir. Nasıl ki ataları barbar ve insan eti yiyen Cermenleri (Germen) Seltikler (Celtic) derken günümüz “medeni” İngilizleri ve Almanlarını kast etmiyorsak, kadim tarihin medeniyetlerini kuran Suriyelileri de ülkemize göç etmiş Suriyelileri aklamak için anlatmıyoruz. Tarih konuşuyoruz ve tarih Arap, Türk, Kürt, Farisi, Ermeni veya Batılı ukalaların keyfine göre anlatılmaz. Kartacalı Tanrıça ve Kraliçe Dido, Truvalı Kahin Anya ve dostlarını karşılarken; “Truvalılar ve bizler kardeşiz, aynı ailenin efratlarıyız. Kalmak isterseniz bizlerle eşit vatandaşlarsınız. Burası sizin de vatanınız. Başka bir mekana gitmek isterseniz tüm imkanlarımız hizmetinizdedir” demiştir.

Bu sebeple Antakya’yı Sezar’dan, Arabi Filib’e, Humuslu İmparatoriçe Julia Dumya’dan (Dumia) eşi Libyalı İmparator Seftim-i Sefer (Septimus Severus), Julia Dumya’nın oğulları imparator Karakalla (Caracalla) ve Cita (Gita) ve daha nicelerinin nasıl Suriyeli olduklarını ve Suriyece (Süryanice) konuştuklarını algılayamaz. Kapasitesi, beyni ve algıları buna uygun ve hazır değildir. Zira onlarca yıldır safsatalarla ve yalanlarla iğdiş edilmiştir. Bir de Antakya derken günümüz şehrini düşünmeyin. Nasıl ki Kapadokya, Akdeniz’den Karadeniz’e kadar uzanan devasa bir coğrafyanın ismi idi ise (tarihin babası Herodot Kapadokya için “Suriye” ve Kapadokyalıları “Suriyeli” olarak tanıtır) Selevkiya (Aziz Simon Dağı-Samandağ) ve Antakya Nil Deltası'ndan, tüm Suriye Coğrafyası, Filistin, Lübnan, Ürdün, tüm Anadolu, Ege, Trakya, Makedonya, Yunan, Roma, Irak ve İran için kıble mesabesindeydi.

GÜNEŞ GİBİ DOĞAN KENT

Antakya, Suricede (Süryanice) Natak (Nateh) kökenlidir. Mikail-Mihail örneğinde olduğu gibi K harfi H harfine dönüşse de mana aynıdır. Natak, aydınlanmak, aydınlatmak, güneş gibi doğmak, ışık saçmak demektir. Şair ve Filozof Libbani El-Antaki (Antakyalı Libanios, 314-393), “habipti Antakya’yı gündüz güneş ışıkları akşam başka ışınlar aydınlatır ama şehrimiz hep aydınlık içinde kalır” demişti. Bu ifadesinde manevi bir sır mı saklıdır yoksa Antakya’nın tarihte aydınlatılan ilk şehir olmasına mı atıfta bulunmuştur bu husus halen tartışılır.

Antakyalı Libanius’un eserleri 1936’da Antakya’da kazı çalışmaları yapan Şikago (Chicago) Üniversitesinden gelen Amerikalı Arkeologlar tarafından kaçırıldı. Ardından ABD Kongre Kütüphanesine hediye edildi. Bu konuyu birçok kez gündeme getirmemize rağmen bu eserlerin tekrar Antakya’ya getirilmesi için hiçbir girişimde bulunulmadı. Şaşırmıyoruz. Zira Arap tarihinde Nutuk Kitabını Arapçaya ilk kez tercüme edip dağıtmamıza lakayt olan, kıymet vermeyen ve televizyonlarda bir programını bile yapmayanların bu ülkenin tarihi zenginliklerine sahip çıkmalarını beklemek olmayacak duaya âmin demek gibi olur.

Antakya, eğlence, müzik, olimpiyat oyunları, kültür etkinlikleri, dinler ve itikatların bir arada yaşadığı, ilim, irfan, felsefe, sanat, tarım, balıkçılık, mimarlık, botanik, tekstil, tıp, gastronomi, falcılık ve astronomi diyarıydı. Büyüleyici güzelliği, parkları, bahçeleri, suları, arenaları, su kemerleri, tiyatroları, baş Rabbe-Tanrıça Iştar, Tanrı-Rab Haddad, Baal, Apolo ve Jüpiter adına tapınaklar ve heykeller, farklı dinler ve itikatta olanların mabetleri, Asi Nehri boyunca uzanan konakları, Amik Gölü'nün etrafında yer alan şaheser seviyesinde olan El-Elah (İlahların İlahı) kutsal mekân görülmeden ahirete göç edilirse bu hayatın yaşanmamış olduğuna inanılırdı.

Antakya ve mahallesi Defne arası yedi kilometre boyunca defne ağaçlarından oluşan bir “orman” yolda fıskiyeler ve tüm sokaklar ile evleri besleyen su kanalları vardı. Asi Nehri boyunca Reyhanlı’dan Antakya’ya buradan Akdeniz’e Samandağı’na göz kamaştırıcı parklar ve konaklar mevcuttu.

Roma-Latin edebiyatında tüm İtalya şehirlerinde görülen Arabi atlar ve usta binicilerin Lazkiye’den, tiyatrocu ve sahne sanatçılarının Beyrut’tan, Sirk oyuncularının Sayda kentinden (Lübnan), dansçıların Kayseri’den, Ney çalgıcıların Baalbek’ten, Musikarların Gazze’den, güreşçilerin Askelon-Aşkelon’dan (Filistin) getirildiğini, tüm bu faaliyetlerin başkent Antakya’da organize edildiği kayıt altındadır. İtalya’da bu oyunlar Antakya Etkinlikleri olarak bilinirdi.

Selevkiya-Antakya idaresinde olan yakın-uzak tüm şehirlere Kolonya-Kalanya ismini vermişti. Kala kökenlidir. Korunmuş, himaye altında, güvenli demektir. Antakya’nın koruması, himayesi altında güvenli şehir olmak demekti. Türkçemizde de Koloni deriz. Bu kelimeyi Batılılar ve Siyonistler Colony ve Colonializm (Sömürge ve Sömürgecilik) olarak aynen aldı ama muhtevasına barbarlıklarını kattı. Koloni işgal edilen, talan edilen, yağmalanan, ırkçılığın hâkim olduğu, yerlilerin ezildiği, kıyıma uğradığı yerdi ve Batılı kabileler için yeni yurt edinmek olarak tatbik edildi.

ŞAM'DA KARAKOL ANISI

Bu yaşadığımız gerçek hikaye Bayramın anısına olsun; Rab, fasih Arapça, Türkçe, Süryanice ve tüm lehçelerinde (Aramice, İbranice, Keldanice, Farsça, Yunanca, Latincede) terbiye eden, eğiten, bakımını sağlayan, ıslah eden, sahip, efendi, alim, bilge, sorumlu, yetkili demektir. Bu manada kullanıldığına ilk kez Şam’da şahit olmuştum.

İkamet izni almak için polis karakolundaydık. “Hanımınızın şu an yaptığı iş nedir?” sorusuna, “henüz çalışmıyor, ev hanımı” cevabını verdik. Formdaki o bölüme “Rabbetu Elmenzil-Evin Rabbi, Menzilin Tanrıçası” diye yazdılar. “Estağfurullah! Ne Rabbi ne Tanrıçası Sayın memurum” deyince, “kıskanma, sen de evin, ailenin Rabbi ve Menzilin Tanrısısın” deyince, bu memur maaş azlığından veya sıcaktan kafayı sıyırmış olmalı diye düşündük.

“Nasıl isterseniz öyle yazın. İsterseniz sadece evin, işyerinin, okulun, mabedin Rabbi demeyin, tüm Âlemin Rabbi diye yazın” çıkışıma, “o kadar da değil. Siz, bizler küçük çapta Rableriz. Yahudi din adamlarına da Rabbi denilir. Onun Rab olması İlah veya Allah olması demek değildir. Cemaatinin lideri, öğretmeni, imamı demektir. Âlemin ve Âlemlerin efendisi, sahibi, sorumlusu ve yetkilisi sizlerin ve bizlerin de Rabbi olan Rab El-Erbab ve Rab El Âlemin (Rabbilerin Rabbi ve Alemlerin Rabbi) var. Ona da Allah diyoruz” dedi.

Hanıma, “ülkende kıymetini bilmiyorlardı bak burada Rab ve Tanrıça oldun. Ama sakın bunu her yerde söyleme, zira ya Hallacı Mansur gibi derimizi yüzerler ya da bizden keramet beklerler” deyince kahkahalara boğulduk. Bizimle ilgilenen memur da biz yabancıların memurla muhabbetini dinleyen diğer görevliler de bizim kahkalarımıza iştirak etti.

Slevkiya-Antakya’ya sahip çıkmak, vefa borcumuzdur. Kadim tarihte sahip olduğu mekanı, makamı, güzelliği ve cazibeyi yeniden kazandırmak tarihe ve geleceğe karşı sorumluluğumuzdur. Medeniyetin Rabbini üzmek Alemlerin Rabbini üzmekle eşdeğerdedir. Her lahzanız bayram tadında olsun. Kutlu, bereketli, şifa dolu, muhabbet ve hatırlı neticelere vesile olsun.

Suriye Antakya Mısır Anadolu Osmanlı