29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Medrese yalanları üzerine (2) -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Efendi ağalar! (Bu hitap size değil değerli okurlar. İlgililere). Dün sözünü ettiğim traji-komik örneklerden bazılarını bugün bilginize ve medrese hayranlarının ilgisine sunacağım. Bu adamlarla uğraşmak kolay değil, döne döne aynı şeyleri söylemek ve yazmak gerekiyor. Bu nedenle Hürriyet gazetesi dönemimi yardıma çağırmak zorunda kalıyorum. İlk örnek “Bir Zamanlar İstanbul” (14.12.2008) başlıklı yazı. Efendi ağalar, siz de okuyun bakalım!

‘Bir zamanlar İstanbul’

Yazının adına bakıp İstanbul güzellemesi yapacağımı sanmayın. İstanbul’un eskisini de yenisini de sevmem. Seven sevsin !

Birkaç gün önce bir arkadaşla Osmanlı döneminden ve televizyonlarda yapılan Osmanlı övgülerinin ölçüsüzlüğünden söz ediyorduk. Arkadaşım konuşurken, ben, bir yandan Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in “Bir Zamanlar İstanbul” (Tercüman, 1001 Temel Eser) adlı kitabını düşünüyordum.

***

Osmanlı dönemi nostaljisinin, o dönemin abartılı övgüsünün pek de masum olmadığını düşünüyorum. Düşünelim ki, o dönemin eğitim sisteminden, o dönemin üretim sisteminden kesinlikle söz edilmiyor. Buna karşılık, tutulan türlü çeşitli sicillerin sağlamlığı ballandıra ballandıra anlatılıyor. Ama kaç kütüphane, kaç müze, kaç fabrika vardı hiç söz edilmiyor.

Bir zamanlar sosyalist düzenler kurulurken geleceğin geçmişin tuğlalarıyla inşa edileceği’nden söz edilirdi. Bu, kapitalist düzenin kazanımlarının mutlaka kullanılacağı anlamına geliyordu.

Benimki de o hesap, Osmanlı’nın hazırladığı tuğlalardan kuşkusuz ve mutlaka yararlanılacak. Ama matematik, fizik, kimya, mimari, sanayi, tarım ve tarımsal sanayi konularında bize neler bıraktı? Osmanlı uygarlığı birkaç camiden, birkaç köprüden, divan şiirinden, Dede Efendi müziğinden ibaret olmamalı elbette. Ama “ibaret”miş gibi görünüyor.

***

Ali Rıza Bey’in “Bir Zamanlar İstanbul”u, 1922 yılında Peyam Sabah ve Alemdar gazetelerinde eski harflerle “On üçüncü Asrı Hicrîde İstanbul Hayatı” adıyla yayınlanmış ve kitap haline getirilmemişti. Yazıları Niyazi Ahmet Banoğlu derleyip kitaplaştırmış. Kitaptan bir bölümü birlikte okuyalım:

“Devletler arası anlaşmalarda murahhaslarımız cahil oldukları ve bu yüzden zararlara uğradığız tarihlerde yazılıdır. // Rusların Akdeniz’e donanma göndereceklerine dair Fransızlar tarafından verilen haber üzerine, Baltık Denizi’nden donanmanın gelebileceğine akıl erdiremeyen devlet erkânı Rus donanması uçup mu Akdeniz’e gelecek diye inanmamışlar, Çeşme limanında Osmanlı donanmasının yakılmasından sonra akılları başlarına gelerek hayret etmişlerdi.” (S.20)

Bu olay 6-7 Temmuz 1770 tarihinde oldu ve Osmanlı donanması Rus donanması tarafından yok edildi. Demek ki Osmanlı 1770 yılında Rus donanmasının Cebelütarık Boğazı’ndan geçerek Akdeniz’e gelebileceğini bilmiyormuş. Tarihçiler bu olaydan ve nedenlerinden hiç söz etmiyorlar.

***

“1826 muhaberesi yenilgisinden sonra Edirne’ye gönderilen murahhaslarımıza Rusya murahhaslarının harita üzerinde gösterdikleri yerleri bizimkilerin tayin edememeleri ve meselenin Bab-ı Alice hal edilememesi üzerine Fransa ile Avusturya elçilerine başvurulmuş, bu murahhasların tazminat konusunda ileri sürdükleri bir milyonu, bir yük, yani yüzbin sanarak kabul etmişler, aradaki korkunç farkı anladıkları zaman da şaşırmışlardı. // Politikamızı idare edenler, memleketimizin hududunu bilmezlerdi.” (S.20-21)

Rica etsek, modern müverrihîn (tarihçiler) biraz da bunları hikaye etse olmaz mı ?]

Doğalgaz, doğal kaz

Bir Zamanlar İstanbul’dan örnek daha: “Doğal Gaz, Doğal Kaz” (Hürriyet, 12.02.2006)

[ “Politikamızı idare edenler, memleketimizin hududunu ve hatta nerelere bağlı bulunduğunu da bilmezlerdi. Cevdet Tarihi’nin ikinci cildinin başında bulunan şu fıkraya dikkat edilsin:

Şu karışıklığa bak ki, Bab-ı Ali bir adamın idamı için ferman yazıyor da nerede ve hangi sancağa bağlı bulunduğunu bilmiyor. Memleketin coğrafyasını bilmeyen devlet adamları işte böyle karaltıya kubur sıkar (karanlığa kurşun sıkar).” (S.21)

***

Eskiden Endurun’da Arapça ve Farsça öğretilir, coğrafya ve matematik okutulmazdı. Ama zamanımızın siyasetçileri ile bürokratlarının duvarlar dolusu diplomaları var. Kimisi, nazar değmesin, mühendis, kimisi ekonomist. Ama gene de kaz gibi yolduruyorlar ülkeyi!]

Palavracı milliyetçi muhafazakar

1842 yılında doğup 1928 yılında ölen Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in sözünü ettiğim Bir Zamanlar İstanbul adlı kitabının aslı, dönemin özgün diliyle, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı (Kitabevi, 2007, 438 sayfa) adıyla yayınlandı. Orada da şöyle yazıyor:

“Ol vakitler mekâtib-i âliye olarak Tıbbiye, Mühendishane, Harbiye, Bahriye mektepleri gösterilebilir. Coğrafya, hikmet, hendese misilli ulûm ve fünûn tahsili mezkûr mekteplere münhasır olup, memûrîn-i devlete lüzûm-ı teşmîli hatırlara bile gelmezdi.” (s.21)

“O zamanlar yüksek okul olarak, Tıbbiye, Teknik Üniversite, Kara Harp Okulu, Deniz Harp Okulu vardı. Coğrafya, felsefe, geometri gibi bilim ve fen öğrenimi bu adı geçen okullara özgü olup devlet memurlarının da aynı şekilde yetiştirilmesi akla bile gelmezdi.”

***

Bunlar bir görgü tanığının yazdıkları. Günümüzün AKP tarikatı iktidarı medreseleri yeniden getirmek, ilk ve orta öğretimi, mahalle mekteplerine, sübyan okullarına benzetmek istiyor. İstiyor çünkü yozlaştırdıkları, çürüttükleri, içini boşalttıkları İslam dinini halk üzerinde afyon olarak kullanabileceğini sanıyor. Sansın bakalım!

Adama geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye derler!

Derler de AKP tarikatı iktidarının toplum ve eğitim-öğretim alanlarında yaptığı yıkımları onarmak için en azından 50 yıl gerekecek. (Devam edecek)