Mekân öğreticidir
Zamanın taşıyıcı yanını daha çok mekânlarda bulduğumu söylemeliyim. Bize yer ve aidiyet duygusunu yaşatması bir yana; geçmişi geleceğe bağlayan bir düşüncenin de çıkış noktası olarak görmek gerektiğine inanırım mekânları.
Yaşanan zamanın içinde veya dışında durmanın düş seyri, düşünce iklimi oradadır çünkü.
Sıklıkla yolculuklara çıkarım. Gittiğim her yerin yaşama kültürüne bakınca, ilkten mekânların gerçekliğinin arayışına çıkarım.
Yolculuklarım genellikle kentlerde başlar, sonrasında ise çevresine uzanırım. Bu bir kasaba, bir köy veya eski yerleşim kalıntılarıdır.
Sokaklardan evlere, caddelerden çarşılara, açık kapalı alanlara uzanan gezginliğimde mekân arayışlarına çıkmamın belirleyici yanı o yeri anlamak olduğu kadar, içine girip oturup oraya dair içsel yolculuklara çıkmaktır.
Bunlar da sıklıkla, kahveler, cafe’lerdir. Dış mekânlardan iç mekânlara dönüşümde o yerin dağınık, bir ölçüde de karmaşık halinden sıyrılıp kente veya başka bir yere daha saf düşüncelerle bakmak, düşünmek, oraya dair bir şeyler yazabilmektir.
Girilen o kapalı yerin atmosferi içdenizlerinize çekilmek için elverişli ise bir daha oradan kalkmaya, başka bir yer arayışına da sürüklemez sizi.
Aradığınızın sürekli yaşadığınız bir ev/yer olmadığını bilmeniz yeterlidir bulmak istediklerinizin neler olabileceğini görmenize...
Çünkü, her yeni mekânın öğretici olduğunu düşünmek gerekir. Öyle ki, yaşama/gezinme alanı gibi görülebilen mekânların zamanla düşünme/yaratma alanları olarak daha işlevsel olabileceğinin gözardı edilmemesini bizlere hatırlatan sanatçıların yaşama yurtlarına/yerlerine bakmamız yeterlidir.
Çehov’dan Hemingway’a, Faulkner’dan Yaşar Kemal’e, Balzac’tan Vüs’at O. Bener’e birçok yazarın yaşama/yazma mekânlarının ayrı olması onlardaki arayışın, mekân duygusunun sağaltıcı/yaratıcı yanını göstermesi açısından önemlidir, bence.
Bu anlamda birçok edebiyat, sanat ortamının oluşmasında ortak mekânların da etkinliğini söylemeliyim burada. Yaratılan atmosferin gücü sözün alışverişi kadar, sizi oraya çeken duygu/düşünce etkileşimidir de.
Kendi payıma, yazar/sanatçı kahvelerinin öğreticiliğine inansam da, daha çok bir yerin rengini/soluğunu yansıtan, insanını anlatan kahveleri mekân tutmanın daha anlamlı olduğunu düşünürüm. Orada sizin için gözlemle birlikte, başka sözlerin rengi, yerin derinlikli anlamı çıkar karşınıza.
Üstelik öylesine bir yerde, bir köşedeki masanızda gazetenizi derginizi okur, kitabınıza göz atar, yazmak istediklerinizle baş başa kalır, çayınızı kahvenizi içersiniz. İç dünyanızın seyriyle dış dünyanın gerçekliğinin buluştuğu bu mekânlarda zamanın neresinde durduğunuzu anlarsınız artık.
Belki de bizleri hayata bağlayan, yaşama sevincini sürekli diri tutan mekânları yaratırken geçmişin geleceğe taşınan izlerine bir yenisini ekliyoruz da farkında değiliz.
Öyle ya, bir yanda kentleri yıkıp tahrip ederken, diğer yanda da mekânlarda yaşamak duygusunu dört duvar olarak algılayıp, yaşadığımız evleri/yerleri birer dört duvar gibi görmekten kendimizi alamıyoruz.