22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Melek Mosso mu Hafize Gaye Erkan mı?

Utku Reyhan

Utku Reyhan

Gazete Yazarı

A+ A-

Osmanlı’nın çöküş döneminde banknot basma imtiyazı Osmanlı Bankası’na verilmişti.

Bu bankanın sadece adı Osmanlı’ydı. Kendisi, merkezi Londra’da bulunan İngiliz-Fransız sermayeli bir yabancı bankaydı.

Bu banka, 1881’de alacaklı emperyalistlerce Osmanlı Maliyesi’nin başına oturtulan Düyun-u Umumiye idaresinin hizmetindeydi. Görevi, Türk ekonomisini geliştirmek değil, bu akbaba idaresinin bankeri olmaktı. Türk milletinin alın teri, Türk devletinin kasası, bu şebeke tarafından kontrol ediliyordu.

Böyle bir devletin varlığını sürdürmesi mümkün değildi. Vergi toplama, banknot ihraç etme, piyasadaki banknot düzeyini kontrol etme, bütçeyi planlama, piyasayı denetleme gibi temel devlet işlevleri terk edilmişti.

İttihat ve Terakki, 1917’de savaş ekonomisinin bir parçası olarak İtibar-ı Millî Bankasını kurarak bu cendereden çıkmak istemişse de, 1918’de savaşın kaybedilmesiyle bu girişim akim kaldı.

MERKEZ BANKASI NEDEN KURULDU?

Atatürk’ün ‘iktisadi bağımsızlık’ sözleri meşhurdur. 1923’te toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin ana gündemlerinden biri de, millî nitelikte bir Merkez Bankası’nın kurulması gereği olmuştur.

Çok çeşitli seçenekler ve yabancı uzmanların önerilerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Haziran 1930 tarihli bir kanunla kuruldu. Bu öneriler arasında Celal Bayar tarafından getirilen İş Bankası’nı Merkez Bankası olarak kullanma önerisi dikkat çekicidir. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, muhtemelen Cumhurbaşkanı Atatürk’ün de bilgisiyle, bu öneriyi reddetti. Ona göre bu bankanın, özel bankalarla bir ilişkisi olmamalıydı.

‘CUMHURİYET’ Mİ ‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ Mİ?

Bir diğer dikkat çekici ve bugüne ışık tutan tartışma, TBMM’ye sunulan kanun taslağında kurumun adının “Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak önerilmiş olmasıdır. Diğer devlet kurumları gibi başında “Türkiye Cumhuriyeti – kısaca T.C.” ifadesinin bulunmamasına, taslağa emek veren yabancı uzmanlarca, kurumun “bağımsızlığı” gerekçe gösterilmişti. Ancak Meclis İktisat Encümeni bunu benimsememiş ve “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” ismini tercih etmiştir. Yani Merkez Bankası’nın “bağımsızlığı” tartışması, kuruluş çalışmalarından bu yana sürmektedir. Bir liberal akıl, dünyada devletçi rüzgârların şiddetle estiği 1930’da bile, “Merkez Bankası bağımsız olmalıdır” tekerlemesini dile getirebilmektedir.

11 Haziran 1930 tarihli kuruluş kanununda, bankanın “Türkiye’de banknot ihracı imtiyazına münhasıran haiz” olduğu açıkça belirtilirken, amaç ise “Memleketin iktisadi inkişafına yardım” olarak belirtilmiştir. 1970 tarihli (bugün hala geçerli olan) yeni kanununda ise “Millî paranın iç ve dış değerini korumak” da amaç olarak belirtilmiştir. “Bağımsız” yani devlet müdahalesinden bağımsız olan bir banka, millî paranın değerini nasıl koruyabilir. Bugün artık biliyoruz ki, “Bağımsız Merkez Bankası demek, “Uluslararası piyasalara bağımlı Merkez Bankası” demek.

VAMPİRLER KANA SUSADI

Neden yazının okunmasını güçleştirmek pahasına böyle uzun bir girizgâh yaptık?

Çünkü Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığının motoru olan Merkez Bankası’nın başına bir ABD (CFR) görevlisi oturtuldu. Üstelik öyle gizli saklı bir eleman da değil Hafize Gaye Erkan. Kayıtlı kuyutlu, gümbür gümbür.

Amerikan görevlisi Merkez Bankası Başkanı'nın amiri ise İngiliz vatandaşı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek!

Elbirliğiyle Türkiye’yi yüksek faizci leş kargalarının cenneti yapacaklar. “Rasyonel (akılcı) ekonomi” dedikleri, vergileri tabana (emekçilere, sabit gelirlilere, üretenlere) yayıp, milletin alın teriyle yarattığı bütün tasarrufları paradan para kazanan “para sihirbazlarına” yağmalatmaktan başka bir şey değil. Kana susamış finans vampirleri, sabırsızlıkla havanın kararmasını beklerken, milletin kahir ekseriyetine düşen ise, işsizlik, yoksulluk, borçluluk, pahalılık ve kemere açılacak bir delik daha!

ÖLDÜNÜZ MÜ?

Bütün bu süreç, hem de çırılçıplak gözümüzün önünde seyrederken, AK Parti ve MHP etrafında kümelenen millî aydınların sessizlikleri dikkat çekici. Kimisi bunun “Reis’in köprüye geçene kadar” uyguladığı bir yöntem olduğuna kendini inandırmaya çalışırken kimisi yumruklarını ısırıp sinirlense de kendi düzenini bozmak istemediğinden mi bilinmez diline, kalemine kilit vuruyor.  Seçim öncesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD ve İngiltere’ye yaptığı sıcak para gezilerine yaptıkları eleştiriler ise arşivimizde duruyor.

Aydınlık’ı çıkarın, koca Türk (Türkiye mi demeliyiz yoksa) basını, Merkez Bankası Başkanı'nın CFR üyesi olmasını dert etmedi. Ne derdi, haber bile yapmadı. Hatta bırakın haberi Uğur Dündar bile hükümeti alkışladı. Ahmet Davutoğlu yeniden iktidar olduğunu düşündü. O kadar büyük bir coşku seli hâkim.

Sahi, millî ekonominin motoru Merkez Bankası’nın başına bir CFR’cinin oturtulması, Melek Mosso’nun seçmene sövgüsünden daha hafif bir hakaret midir? Türk milletinin manevi şahsına daha büyük nasıl sövülebilir. O kadar yetişmiş nitelikli insan kaynağımıza rağmen böyle bir görevlendirme, her şey bir yana, kestirmeden “Bu milletten bir halt olmaz” demek değil de nedir?

Ey millî münevverler! Bu görevlendirmeyi yapanlar, Mosso’yu konsere çıkaran Süleymanpaşa Belediye Başkanı'na yaptığınız eleştirilerin onda birini dahi hak etmiyor mu ki etrafı ölüm sessizliği kaplamış? Yoksa gerçekten öldünüz mü?