Men dakka dukka-(TAMAMI)
Eskiden hiçbir mantık kurgusuna sığmayan durumları anlatmak için, “Bu kadarı Türk filminde bile olmaz” denirdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye karşı karar tasarısının görüşülmesinden bir gece önce, üstelik tam da Mevlid Kandili’nin kutlandığı sırada, Esad’ın Hums’ta giriştiği iddia edilen katliam haberlerini izlerken ilk olarak aklıma bu deyiş geldi. Olayın nasıl cereyan ettiğine ilişkin gerçeklerin yakında bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacak olması bir yana, ilk tepkimin ardından, Türk sinemasına da haksızlık etmemek için, “Türk filmi” benzetmesinden vazgeçtim. Çünkü esas soru, bu tertiple Rusya veya Çin’i Beşar Esad’ın kendi halkını vahşice katleden biri olduğuna inandırıp, Güvenlik Konseyi’ndeki tutumlarını değiştirmeye imkân olmadığı açıkça belli olduğuna göre, bu provokasyonun amacının ne olduğuydu.
Bu olaydan birkaç gün sonra, İngiliz Times gazetesi, Esma Esad’a bir mafya çetesininkinden bile daha çiğ bir edayla “Kocanı iktidardan ayrılmaya ikna edemezsen, öldürüleceksiniz” tehdidini savurdu. “Pire için yorgan yakmak,” sorun gerçekten pireyse, mantıksız gözükebilir. Ama sorun pire değil de “Benim yapacağım işlerde mantık aramayın” iletisini vermekse, o zaman bu edim bir anlam kazanır.
Bugün Türkiye’de herkes, ABD’nin ülkemizi Suriye üstüne sürmeye çalıştığı konusunda hemfikirdir. Olaya Türkiye ve halk açısından bakanlar, bu plana uymayı “ABD’nin maşası olmak” diye değerlendirirken, rotasını ABD ve Batı’ya göre belirleyenler, “Obama’nın bölge lideri ülkeye verdiği rol” olarak nitelemektedirler. Yine herkes, böyle bir rolün gereklerini yerine getirmenin gerek iç, gerekse dış etkenler nedeniyle beraberinde getireceği zorlukların farkındadır. ABD’nin ve ülkemizdeki başrol oyuncularının bütün çabası, bu zorlukları aşma amacına odaklıdır.
“ABD bu işin peşini bırakmaz” ve “Esad gitmeden olmaz” önermelerini bu konuda yapılan çözümlemelerin mutlak değişmezleri haline getirmek, istenen amaca ulaşmanın bugünkü düğüm noktasını oluşturmaktadır. Çünkü bunları hareket noktası alan her siyaset, ayak sürüse de güya Türkiye’ye daha az zarar verecek koşulları yaratmak için çırpınsa da ülkemizi ABD planının peşinden sürüklenmeye mahkum eder.
Üstelik bu tutum, ABD’nin ülkemiz ve diğer komşuları üstünden Suriye’ye yönlendirdiği paralı askerler de dahil, her türlü imkanı daha çok kullanarak bu ülke içindeki saldırı ve provokasyonlarını tırmandırmasını beslemekten başka bir işe yaramaz. ABD, Rusya ve Çin’in Birleşmiş Milletler’deki muhalefeti karşısında, bir yandan yeni “uluslararası topluluk formülleri” üretmek için çırpınırken, diğer yandan da bu iki ülkenin muhalefetini etkisizleştirmek için bütün umudunu Suriye içindeki çatışmayı kışkırtarak daha çok insanın ölmesini sağlayabilmeye bağlamıştır.
Dünya bugün, sonucu önümüzdeki bütün gelişmeleri derinden etkileyecek bir dönüm noktasından geçmektedir. Kendi kamuoyunu ABD’nin Suriye’ye askeri müdahalesi konusunda ikna etme şansı bulunmayan Obama, başkalarını ABD adına savaştırma politikasının yeni bir örneğini yaratmaya çabalamaktadır. Gelişen Dünya’nın inisiyatifi ele geçirmekte olduğu bu ortamda Obama böyle bir örnek yaratabilirse, bunu geçici de olsa, başarı hanesine yazabilir. Ama kendilerine biçilen rolü ister güle oynaya kabullenmiş, ister fayda zarar hesaplarıyla zoraki benimsemiş olsunlar, Türkiye’nin Suriye üstüne sürülmesine katkıda bulunan herkes, bu tutumun Türkiye’ye ve bölgeye getireceği yıkımın altında kalacaktır. “Men dakka dukka”dan, “Eden bulur”dan yakalarını sıyırtamayacakları kesin olanlar, bunlardır.