01 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Menderes dönemi ve bugün -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

ABD Başkanı Obama Pazartesi günü aramasa, bağımsız TC Başbakanı Erdoğan’la bir saat görüşmese ve Presidant Obama Başbakan’a;

“-Toplantı ve gösteri yapma hakkı demokrasi için önemlidir. Hakkı kullanan halka karşı sert uygulamalarda bulunmaktan vazgeçmenizi tavsiye ederim” mesajını iletmemiş olsaydı, hiç kuşku yoktur ki, direnişçiler Türkiye’nin her bölgesinde karşılarında Robocoplar, TOMA’lar, plastik mermiler ve gaz bulutlarıyla karşılaşacalardı.

Dua edelim ki; Başkan Obama bir ülkesine, bir Batı’ya bakarak Erdoğan’ın bu sert uygulamalarına son verdirdi!

Oysa biz söyler dururuz ki: “ TC. Bağımsız bir hukuk devletidir. Kimse bizim içişlerimize karışamaz!”

aa

Doğru. 2002 yılına dek öyleydik.

Bu demektir ki; zaman, zaman birileri bizi dürtmeli ve “aklını başına al” demeliymiş.

20 gün süren eylemlerde gençler “ Direnme hakkı” nın olduğunu bizim siyasetimize ve siyasetçilerimize öğretirken, Obama da bizim Başbakan’a demokrasiyi nasıl algılaması gerektiğini bilvesile anlatmış oldu.

Siyasetçiler için demokrasiyi doğru algılamak bir erdemin işaretidir. Eğer siyasetçi demokrasiyi doğru algılayamıyor ve sandıktan çıkan iktidarın her dediğini yapacağını sanıyorsa; kendi halkına zulüm etmeye başlıyorsa, devletin polisini “İşte bu benim polisim. Ben istersem Allah, Allah diyerek yurttaşlarının üzerine salınabilir” diyebiliyorsa, inanınız ki; o iktidarı sonu iyi gelmeyecektir. Bunun yakın tarihte örneklerini çok gördük. Size yaşanmış bir örnekle anlatayım.

DP’nin en dürüst adamlarından biri olan İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik’in yazar Ş. Süreyya Aydemir’e söylediği şu sözler bakın nasıl da bugüne uyan gerçek bir öykü:

“-Çok şey kaybettik Şevket Süreyya Bey, çok şey kaybettik ve çok adam kaybettik...”

O günler DP’nin sonun başlangıcına yaklaştığı günlerdi. Ne vatan cephelerini kurarak ve devletin radyosundan ölmüş insanları bile DP’li ilan etmek para ediyordu, ne de Başbakan’ın hitabetiyle eskiden halk kitlelerini büyüleyen karizması.

Çöküş farkı

Üstelik o tarihi günlerde Başbakanı uyaracak Obama gibi biri de buna cesaret edemiyordu. Dahası kendisi ziyaret eden ve bazı tavsiyelerde bulunan İngiliz Büyükelçisine Başbakan Menderes’in “emriniz olur!” diyecek hali de yoktu İngiliz Büyükelçisi Başbakan’a:

“Sizi İsmet Paşa’ya bu kadar haşin davranmamaya davete geldim. İsmet Paşa’yı yok sayarak demokratik rejimi uygulayamazsınız! Hem de NATO’ya alınmanız zorlaşır” demişti. Menderes Büyükelçiye: “Biz bağımsız bir devletiniz. O mesele ise, bizim iç meselemizdir” demiş ve İngilize kapıyı işaret etmişti.

DP iktidarında iniş ve çöküş o kadar hızlanmıştı ki; ana muhalefet lideri İsmet Paşa’nın 1957 seçimlerinden sonra umutları daha da artmıştı. DP kan kaybediyordu.

Hapishanelerinde yatan gazetecilerin sayısının hızla arttığı, seyahatlerde yolu kesilen muhalefet liderinin taşlandığı bir ülke olmuştu Türkiye. Herkesin vicdanında öfke, burukluklar birikmişti.

aa

Önce sokak ayağa kalktı sonra üniversite. İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde cereyan eden o coplu ve rektörünü yaralayan olay, fakültelerinin duvarlarında iz bırakan kurşunlar...

İktidar partisi içinde Menderes’i yağlayan bir takım zevat açıklıyordu ki: Menderes grupta şöyle demiş:

“-Siz isterseniz halifeyi bile getirebilirsiniz!”

Sokaklarda aynı Başbakan’ın üniversite öğretim üyeleri için: “- Bu kara cüppeliler de kim oluyor?” dediği kulaklardan kulaklara dolaşıyordu. İktidarın başı bu olaya teşhis koyamadı. O yanılgı sonunda koca bir iktidar 10 . yılında bir saat içinde teslim alınıverdi.

İyi mi oldu?

Hayır. İyi olmadı. Bir süre sonra o iktidarı devirenler kendi aralarında anlaşmazlıklara düştüler. Yine İsmet Paşa imdada yetişti ve çağrı yaptı:

“Bir an önce seçimlere gitmekte sayısız milli menfaat vardır.”

Aradan 53 yıl geçtikten sonra bir başka Başbakan’ın Taksim’de, Gezi Parkı direnişinde yanlış karar alması ve kendine çok güvendiğini ifade ederek:

“-Bizi kimse iktidardan düşüremez. Biz bir haktan korkarız bir de halktan. Başka hiç kimseden korkmayız” diyerek kibirlenmesi ülkede gerginliği arttırıyor ve ister istemez şu düşünce tarzını anımsatıyor.

“-Çok partili parlamento sistemlerinin henüz gelenek haline gelmediği ve iktidarın her şey demek olduğu Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde iktidarın soysuzlaşması, dikta meyillerinin belirmesi ile başlar. DP liderleri de kendilerini bu siyasi eğilimden kurtaramadılar. Halbuki ‘ben’ veya ‘biz’ demek, her zaman ‘millet’ demek değildir.”

Bu düşüncelere geçmişte de katılan olmadı, bugün de öyle..