Metin Erksan için Sevmek Zamanı-(TAMAMI)
Sinemamızda kimi önemli yönetmenlerin filmlerinde, öne çıkarıp sürekli işledikleri bir teması vardır. Örneğin Halit Refiğ “yasak aşkı”, Memduh Ün “küçük insanların dünyasını”, Yılmaz Güney “coşkuyu” işler. Metin Erksan’ınki ise; saplantı ve tutkudur. Çünkü o saplantıların, tutkuların sinemacısıdır.
Sinemamız ondan çok şey öğrendi
Önce, çağını öncelemeyi, alışılmışın dışına çıkarak, farklı, ayrıksı bir şey yapmayı, yani bilinenin dışına çıkarak, alışılmışın yinelenmesi yerine yenilenebileceğini öğrendik. Onun içindir ki, göklere çıkardığımız ve her birini sinemamızın tarih raflarının içinde bir mücevher gibi sakladığımız o güzelim filmleri, hep, ama hep düş şatolarının devasa salonlarının bomboş salonlarında oynadı.
Ondan bilinen, izlene izlene bıkkınlık veren, neredeyse sinemamızın resmi türü olan melodramlara nasıl çelme takılacağını öğrendik. Onun döneminde çoğu sinemacı yaşamı ıskalayıp düş satarlarken, ondan biz, gerçeği, öfke ve kavgayı öğrendik. Yarı feodal ilişkiler içindeki düzen kavgasının alınıp-verilmeyen avrattan değil de, mülkiyetten, paylaşılmayan toprak ve de sudan olduğunu, Susuz Yaz ve Yılanların Öcü filmlerinden öğrendik.
Dahası, gerçeğe ilişkin ne varsa kesip-biçen, yaratma olgusunu, daha doğmadan senaryo aşamasında yok eden, Sansür’e karşı nasıl savaşılacağını, ona rağmen nasıl filmler yapılabileceğini, öğrendik. Örnek mi? Susuz Yaz, ilk filmi Karanlık Dünya, Yılanların Öcü vs..
Alışılmışın dışına taşıp, işsiz kalma, Yeşilçam’dan dışlanma pahasına da olsa tabuları yıkmayı, kimi zaman altında ezilse de, bu eylemlerden vazgeçmeyip, bu coğrafyada direnerek de sinema yapılabileceğini öğrendik...
Anadolu’daki kıstırılmış, içindeki acıyı ne dudaklarında çığlık, ne de gözlerinde yaş yapan, çaresiz, bir mal gibi alınıp satılan genç kadın bedenlerinin nasıl töre ve geleneklere tutsak edildiğinin acısını, çaresizliğini, kahrolası hüznünü ve de o unutulmaz finalindeki öfkesini onun ilk kez Kuyu filminde, suratımıza atılan bir şamar gerçeği ve sertliğinde gördük.
Ya Sevmek Zamanı. Aslı ile suret arasındaki o, en ince çizgideki, bir derviş titizliğiyle örülmüş tasavvufun derinliklerinden ilham alan, o anlatılmaz ve de betimlenmez duygusunu nasıl unutabilir, belleklerimizden silebiliriz...
Tutkuyu, saplantıyı, sevmenin nasıl delicesine, ölesiye olacağını öğrendik. Hem onunla Sevmek Zamanı’nı yaşadık, hem yaşamın bir diğer gerçeği Acı Hayat’ı gördük.
Ama o, tüm bu tutkuların, saplantıların, sinemada öncü ve yenilikçi olmanın bedelini, bir sinemacı olarak en ağır suçla ödedi... Filmleri iş yapmıyor diye, işsiz, filmsiz, sinemasız kaldı...Hem film yapmamakla yargılandı, hem de yaptığı filmlerden ötürü suçlanıp kurban edildi...
Sanırım asıl şimdi onu SEVMEK ZAMANI...
Geç kalan teselli idamdan sonraki affa benzese de...