Metro Goldwyn Mayer 'the end' dedi: Aslan bu kez acı acı kükredi
Küresel salgının sarsıcı etkisi istisnasız her alanda hissedilirken, derin yıkıcı dalgaların görüldüğü sektörlerin başında sinema geliyor. Dünya çapında yüksek gişe geliri beklenen büyük bütçeli birçok filmin gösterim tarihlerinin ertelenmesinin Hollywood’a yaklaşık 20 milyar dolara mal olacağı açıklandı. Bunun kaçınılmaz sonuçlarından biri de film endüstrisindeki bazı tarihsel marka ve ikonların “The End” durumuyla karşı karşıya kalması oldu. Geçen hafta iflasını ilan eden ve 5,5 milyar dolar değerindeki arşivini satışa çıkaran Metro Goldwyn Mayer (MGM) kabusu yaşayan ilk büyük stüdyo oldu. O MGM ki 1929-1930’daki Büyük Ekonomik Buhran sırasında Hollywood ciddi kriz geçirirken kârını artıran tek şirket olmuştu. ABD Başkanı Roosevelt’in “Bunalım döneminde insanların morali sıfıra inmişken bir Amerikalının on beş sent vererek sinemaya gitmesi, bir bebeğin gülümseyen yüzünü seyrederek dertlerini unutması harika bir şey” dediği günlerde zenginliğine zenginlik katan MGM’in kükreyen aslanı, 2020 krizinde bu kez acı acı kükredi.
SANATTAN ÇOK PARANIN DİLİ
Metro Goldwyn Mayer, neredeyse Hollywood kadar eski bir şirket. Logosunda “Ars Gratia Artis” (Sanat sanat içindir) yazsa da Avrupalı sinema şirketlerinden farklı olarak yedinci sanata öncelikle ticari çıkarlar bakımdan yaklaşmak temel ilkesiydi. ABD’deki sinema endüstrisinin gerçek öncülerinin Avrupa’dakiler gibi sanatçı, bilim insanı, tiyatrocu değil de çok başka alanlardan gelen ve sinemanın ticari olanakları hakkında çok iyi koku alan tüccarlar olmasına koşut biçimde, MGM’in Polonya asıllı G’si Samuel Goldwyn esas olarak konfeksiyon işinden geliyordu. Sondaki M olan Louis B. Mayer ise Rus Yahudisi bir göçmendi ve sanattan çok paranın diliyle konuşuyordu. Oscar ödüllerinin de kurucularından biri olan Mayer’in, kariyerinin doruğunda olduğu yıllarda Amerikalı senarist-yönetmen Marshall Neilan’ın “Boş bir taksi geldi, içinden Louis B. Mayer çıktı!” demiş olması çok şey anlatıyor aslında. 1920’lerde “Amerikan majörleri” olarak adlandırılan yedi büyük film şirketinden (Fox, Warner, Paramount, Universal, United Artists…) biri olan MGM’in başlıca rolü dünyaya Amerikan kültürünü ihraç etmek, Amerikan müzik ve eğlence anlayışını yaymak, Amerikan tarzı yaşamı tanıtmaktı. Bu konularda hep başrol üstlenen şirket 1915’te Metro Pictures adıyla kuruldu. Daha sonra Marcus Loew’in Loew Inc. tarafından satın alındı ve 1920’lerde “Mahşerin Dört Atlısı”, “Zenda Mahkumları” gibi filmlerin muazzam kazanç sağlamasıyla hızla büyüdü. 1924’te Goldwyn Pictures’le birleşen, 1925’te Louis B. Mayer’in de ortaklığıyla bir “dev” haline bürünen ve bugünkü adını alan şirket, “Ben Hur” ve “Denizde İsyan” başta olmak üzere, “halkın zevki” ile “sanatsal düzeyi” başarıyla buluşturan yapımlarla dünyanın her ülkesinde en çok tanınan markalardan biri, “Büyüklerin en güçlüsü” mertebesine yükseldi.
YILDIZ SİSTEMİ VE ANTİ-KOMÜNİZM
1930 ve 1940’lı yıllarda “Gökyüzünde olduğundan daha fazla yıldız!” sloganıyla sinema sanatına “yıldız sistemini” eklemleyen, kadınlı erkekli “star”ları, müzikallerin, aile öykülerinin, romantik yapımlar ve güldürülerin temel direği haline getiren MGM, Greta Garbo, Clark Gable, Joan Crawford, Laurel-Hardy gibi sanatçıları kontratla kendisine bağladı ve her birine para basma makinesi işlevi yükledi. MGM’in karakteristik yapısal özelliklerinden bir diğeri de 1950’li yıllarda anti-komünizm biçiminde öne çıktı. Louis B. Mayer, Hollywood’daki en azılı komünizm düşmanı olmakla övünüyor, McCarthy döneminin anti-komünist kampanyalarını, kara listeleri destekliyor ve açık açık “McCarthy sesini ne kadar yükseltirse benim o kadar hoşuma gidiyor. O bizi demokrasimizi kemiren mikroplardan kurtarmak istiyor. Bu uğurda kimin ayağına basarsa bassın, isterse benim ayağıma bassın! Dilerim bütün o serserileri Moskova’ya yollar” diyordu.
BİR KALE DAHA DÜŞTÜ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1950’ler boyunca dünyanın farklı ülkelerinde farklı sinema anlayışlarının ortaya çıkması ve “yıldız sisteminin” yavaş yavaş su almaya başlamasıyla, büyük stüdyo patronlarının tek adamlığının sonuna gelindi. Şirket 1960 ve 70’leri de krizlerle geçirdi, hatta sinema dışı alanlara, örneğin otelciliğe yatırım yapmaya başladı, yapım sayısını ve bütçeleri azalttı. 1980’lerdeki neo-liberal politikalarla yeniden canlanışa geçen, Amerikan sinemasının dünya hükümdarlığına büyük katkı yapan şirket, yine de hiçbir zaman kendisini tam manasıyla toparlayamadı. 2010’da tekrar sendeleyen ve satışı gündeme gelen MGM, 2020’nin virüs etkilerinden kurtulmayı ise başaramadı.
MGM gibi bir şirketin iflası ve satışa çıkartılması elbette ki Hollywood’un ideolojik etkisi bakımından “öldürücü” bir darbe niteliği taşımıyor. MGM’in rolünü bir süredir djital platformlar, örneğin Netflix üstlenmiş durumda. Ama 100 yılı aşkın süredir Amerikan ideallerinin en önemli yayıcılarından biri olan bu kalenin düşmüş olmasının, tıpkı ABD sağlık sisteminin çökmesi gibi, görmezden gelinmeyecek bir anlamı da var.
Tüm Aydınlık okurlarına, tüm sinemaseverlere, mutlu, sağlıklı ve bol filmli bir 2021 dileklerimle…