24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Mevsimsiz sonbahar

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

"Şafaktan öncek alacakaranlıkta.”

Arundhati Roy

Sis çeperleri her yerde. Göz gözü görmez olmuş. Derin bir içsessizlik. Kim, nerede, ne yapıyor bilinmiyor şimdi. Kapılar duvar, pencereler görüntüsüz.

Issızlık ormanında gibiyiz.

Kuşların sesi gelirdi önce, cıvıltıları dolardı bahçeye… Şimdi tek tük, yalnızlık ıslığı gibi. Ayırt etmeniz gerekmiyor artık bir sesi diğerinden. Azıldı insan gölgeleri gibi. Sokaklar tenhalaştı.

Biliyorsun ki korku kol geziyor. Bunu var eden gerçeklikle ilk kez yüzleşiyor yaşadığınız dünya, insanlık. Ama bununla gelen kaygının öyle belirsiz yanları var ki, adlandırmanın mümkünü yok.

İlk akla gelen “veba”dan söz eden her bir şeye uzanmaya gerek yok, masandaki kitabın sayfalarında gezinmen yetiyor. Burada şöyle diyordu Camus:

“Hem sonra hiçbir şeyi abartmamak gerekir. Altı çizilmesi gereken, kentin ve yaşamın sıradan görünümüdür. İnsan alışkanlıklarını edindikten sonra günlerini kolay geçirir.”

Bir kanıksama, siniklik hali giderek duygu sarmalına dönüşüyor ne yazık ki bunca kirlilik ortamında. Yaşanan salgın her şeyi altüst ettiği gibi insanın insandan kopuşunun da ne denli yaralayıcı olduğunu gösteriyor.

İşte tam da bu dönemce okuyorsun “Alman Sonbaharı”nı. (*)

Şunu diyordu Stig Dagerman:

“Savaş kötü bir pedagogdur. Bodrumlarda yaşayan Almanlara savaşın derslerini pompalamaya çalışanlar, ne yazık ki savaşın onlara, bu belayı başlarına saran rejimden nefret etmeyi ve aşağılamayı öğretmediğini bilemiyorlar. Sürekli ölüm tehlikesi altında yaşamak iki şeyden daha fazlasını öğretmez: korkmak ve ölmek.”

Dagerman, savaştan çıkmak üzere olan Alman toplumuna dönük tanıklığını getirir bize. Alman kentlerinde yaşanan yenilginin manzaralarından söz ederken, insanların durumlarını ayrıntılı biçimde yansıtır.

Gelinen yerdeki o suskunluğunun taşıdığı anlam, o sinikliği yaratan sorgulayamama hali işte bu sonbaharı yaşatmıştır.

Bugün artık “dünya”yı “küresel köy” olarak nitelendiren bakış/ideoloji ister istemez egemen kılınan düşüncenin de argümanlarını uluslararasını arenaya taşıyıp duruyor yıllardır. Sanayi sonrası toplumların yapılandırılması için başlatılan ilk hamlelerin sıcak savaşın ötesine taşındığını bilmekteyiz. Yani, o adlandırdığımız küreselleşme bir bakıma da yeni tanıklık çağını biçimlendiredurmaktadır.

“Kader” deyip boyun eğen, rıza gösteren toplumların sürüleşme serüveni sürmekte. Unutmamalı ki, böylesi küresel salgınlarla gelen her dalga bu sindirme/gütme, hatta kontrol edebilme yordamını egemen kılmak için birçok enstrümanı kullanmaktadır.

Çokulusluluk kavramı bunun panzehiri olabilir mi düşüncesi de “çöküş” ve “düşüş”ü hazırlayan küresel aktörlerin hep gündeminde elbette.

Örneğin bu süreçteki medya politikalarının biçimlendirilmesine baktığımız ulusların buna nicedir hazırlandırıldığı aşikâr. Gücü tek elde toplayarak her bir şeyi odaklandırma… Yani bilgiyi, haberi, iletişimi, finansal dolaşımı… Ve bugün yaşadığımız salgının yaygın/etkin hale gelmesini, hatta dilenen biçimde adlandırılıp yorumlanmasını…

İşte bu noktada oturup düşünmemiz, sormamız gereken şu:

Bu küresel salgın nasıl bir yapılandırılmanın sonucudur, buradan hareketle varılacak yer/ler yarın ne/ler olacaktır?

Ve bu süreçteki “yeni zaman”ın adı ne olacaktır.

Salgının bugün yaşattıklarına odaklanmanın kaçınılmazlığı ortada. Buna hiçbir itirazımız olamaz. İnsan aklı bunu elbette ki aşacaktır. Ama o insan aklı yeni sürecinde biçimlendiricisidir kaçınılmaz olarak.

Unutmayalım ki nükleer savaş kapıları kapandı sanılırken, şimdi kimyasal ve biyolojik savaşın mevsimi yaratılmıştır.

Yani uluslara bunun çağrısı olmalıdır; ya kendi coğrafyanıza, toprağınızı, değerlerinize, kaynaklarınıza sahip çıkarak kendi mevsiminizi yaratacaksınız; ya da böylesi salgınlar sizi bir virüsün kölesi yapıp tüketecektir.

Bu salgın, bence, bir çağrı olmalıdır insanlığa. Eğer bunu iyi okuyup, buna göre önlemlerini almaz, bu bilinçle insanımızı donatmazsak sonbaharımız yakın!

Toplumları/kitleleri denetlenebilir hale getirmenin ulusötesi yolu /yordamı böylesi bir salgınla daha da atak hale gelecektir; bunu da göz ardı etmememiz gerekir…

Sanırım “çöküş”, “çökertme” kavramlarından bundan böyle sıklıkla söz eder olacağız!

(*) Alman Sonbaharı, Stig Dagerman; Çev.: Ali Arda, 2015, Everest Yay., 135 s.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları