08 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul 13°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Milletin direnme hakkı -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Önce şu mektubu dikkatle okuyalım.

Sevgili Kurtul; Sana “Demokrasiden Diktatörlüğe” giden yoldaki yaşanmış olaylardan söz eden bir not gönderiyorum. Umarım işine yarar. Saygılar Sevgiler / Onur Öymen

McCarthyzm cereyanı

“Balyoz davasında çok sayıda üst düzeyde görev yapmış komutanlara ağır cezalar verildi. Ergenekon davasında da tanınmış gazeteciler, bilim adamları ve subaylar için gene çok ağır cezalar talep edildi. Geçmişte, demokrasiyle idare edilen bazı ülkelerde de yeterince kanıtlanmayan iddialara dayanılarak mahkum edilen veya işini kaybeden insanlar olmuştu. Bu örneklerin en ünlüsü Amerika’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan McCarthyzm cereyanıdır.

Wisconsin Senatörü McCarthy komünistlerin ve Sovyet casuslarının ülkenin bütün kurumlarına sızdığı iddiasıyla çok yaygın bir suçlama kampanyası başlattı. Bu iddialar üzerine insanları sorgulamak için komisyonlar kurdular. 1949 ile 1954 yılları arasında yaygınlaşan bu kampanya sırasında sadece Senato’nun kurduğu araştırma komisyonlarının sayısı 109’a ulaştı. Halkın muhafazakar kesimleri bu iddiaları kuvvetle destekledi. Kamuoyu araştırmaları Amerikalıların yüzde 50’sinin McCarthy’nin iddialarını benimsediğini gösteriyordu.

Bu kampanya sonucunda yüzlerce kişi hapis cezasına çarptırıldı, 10.000 kişi işini kaybetti. Charlie Chaplin ve pek çok sanatçı Amerika’yı terk etmek zorunda bırakıldı.

Başkan Truman bu akıma karşıydı. 1950 yılında şöyle diyordu: “Özgür bir ülkede insanlar işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılırlar, hiçbir zaman düşünceleri dolayısıyla değil.”

Truman, 1953 yılında görevinden ayrıldıktan sonra, Başkan Eisenhower’in, McCarthy’nin görüşlerini benimsemesini kuvvetle eleştirmiş ve şöyle demişti: “Şimdi anlaşılıyor ki, bu yönetim, siyasi çıkarları uğruna McCarthyzm’i benimsemiştir. Bu, gerçeğin suistimal edilmesi ve adil yargı sürecinin terk edilmesidir. Şimdi yapılan iş, büyük bir yalanı vesile yaparak vatandaşlar aleyhine dayanaksız suçlamalarda bulunulmasıdır. Bu, korkunun yaygınlaştırılması ve toplumun her kesiminde inancın tahrip edilmesidir”.

Sonunda McCarthy’nin politikalarının yanlışlığı anlaşıldı. Senato, 2 Aralık 1954’de 22’ye karşı 65 oyla Senato’nun itibarını sarstığı için McCarthy’yi suçlayan bir karar aldı. Mahkeme kararları iptal edildi, haksızlığa uğrayanlar özgürlüklerine ve itibarlarına kavuştular.

Şimdi ülkemizde saygın hukukçular, basının önemli bir bölümü, siyasetçiler tepkilerini ve rahatsızlıklarını dile getiriyorlarsa yapılacak iş, çağdaş ülkelerin yasalarını dikkate alarak hukukun üstünlüğünü ve gerçek anlamda yargı bağımsızlığını sağlayacak, yasal düzenlemeler yapmaktır. Sadece mahkemeleri suçlayarak sonuç almak mümkün değildir. Başbakan bile bazı davalarda yargının yanlış değerlendirmelerinden şikayet ettiğine göre meselenin çözümünü Meclis’te aramaktan başka çare yoktur. Bu konuyu öncelikli bir iş olarak Meclis gündemine taşımakta muhalefete de büyük görev düşmektedir. Bu önemli hukuki ve insani meseleyi çözemeyenlerin daha özgürlükçü bir Anayasa yapma iddiasıyla ortaya çıkmalarını inandırıcı bulmak mümkün değildir. Unutulmasın ki, ülkemizde yaşanan demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanlarındaki güçlüklerin sorumlusu Anayasa değildir.” Onur Öymen.

Hiçbir ulus alıkonulamaz

1961 Anayasası’nın başlangıç kısmında yer alan, 1789 Fransa büyük devriminden sonra mazlum ve zora maruz kalan uluslara verdiği “Direnme hakkı” ( zulme ve hukuk dışılığa karşı durma hakkı.) 12 Eylül Anayasası’yla kaldırılmış olsa da anımsamakta yarar vardır. Hiç bir ulus, “Eşitlik, özgür yaşam, hukukun bağımsızlığı ve mülkiyet hakkına müdahale” durumunda karşı durma hakkını, kullanmaktan alıkonulamaz.

O nedenledir ki, şu sıralarda hemen ülkemizin her tarafında bu haklı direniş devam etmektedir.

1961 Anayasası’nın giriş kısmında yer alan ve 1960 devrimine dayanak olarak gösterilen “Meşruiyetini hukuken yitirmiş bulunan bir iktidara karşı vatanın fedakar evlatları” bu haklarını kullanma hakkını tarihsel gerçeklerden almaktaydılar. Ya da toplumsal akıl öyle algıladı.

Onur Öymen diyor ki: “Asıl bu hakkı siyaset kurumu Meclis’te kullanmalıdır.” Ya Meclis’te bu sorumluluk ana muhalefet tarafından yeterince kullanılamıyor, ya muhalefet işi eveleyip geveliyorsa, hukuk çalışmıyorsa, işbirlikçilerin her sözü yasa sayılıyorsa ne olacak?

İşte o zaman “Asla boşluk kabul etmeyen siyasetteki boşluğu yüce Millet, örgütlenerek dolduracaktır”

Bunun sonu kaostur. Türkiye şimdi bir siyasi irade boşluğu yaşamıyor, Cumhurbaşkanı ve Başbakan da bunu yargıya yüklemiyorlar mı?

1960 yılının Mayıs ayında böyle bir ortamda Bülent Ecevit, İsmet Paşa’ya sormuştu:

“- Paşam şimdi ne yapılır?” İnönü yanıtlamıştı:

“-Başka yolu yoktur. Seçime gidilir”

O zamanın iktidarı seçime gitmemişti. Siyasi boşluk başkalarınca dolduruldu ve Türkiye zaman yitirdi.