Milli Merkez toplanıyor -(TAMAMI)
Şu satırları okuduğunuz sıralarda (bugün) Ankara Yenimahalle Nazım Hikmet Salonu’nda ‘Milli Merkez’ toplanıyor.
Yeniden Kuvayi Milliye
İP öncülüğünde bir yılı aşkın bir süredir tüm Anadolu’da “Bölünme anayasasına hayır” toplantılarını sürdüren bu grup, ülkedeki olumsuz gidişe karşı, hemen her partiden “Atatürk’te birleşelim” sloganıyla temeli atılan vatansever insanların eseridir. 1000’i aşkın kongreden sonra tıpkı 1919 yılındaki gibi sonunda Ankara’da yeni bir Kuvayi Milliye hareketi başlatılıyor. İstanbul Barosu Başkanı Sayın Ümit Kocasakal, bu adı ilk kez bir düşünce olarak Ulusal Kanal’da yayınlanan Politikanın Nabzı programımda kullandığında, çoğu yurtsever anlamıştır ki yasa tanımaz bir sürece girmekteyiz ve bundan sonra izlenecek yol “Yeniden Kuvayi Milliye ruhuna” dönmektir.
Bu hareket, demokrasi ve hukuka saygılı insanların direnme haklarını kullanma kararlılıklarının zirvesidir. Tarihe geçecek bir gündür. O salonda toplananlar, partilerini, ideolojilerini kapıların dışında bırakarak, tıpkı Atatürk gibi bir ferd-i millet olarak görev yapmaktalar. O nedenle Ankara’da toplananların, başlarında yılların demokratı ve eski Meclis Başkanı Sayın Cindoruk gibi bir devlet adamı, Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu gibi bir ilim adamı, Yekta Güngör Özden gibi bir Anayasa Mahkemesi Başkanı ve daha nice partili partisiz yurtsever bulunmaktadır. Onların çevresinde hemen her partiden saygın insan olacak ve sonunda kamuoyuna açıklanacak bildiriyle; hukuka bağlı ve meşruiyeti tescilli bu topluluk görevini yapamaz hale gelen bir Meclis’i belki de sandık başına götürünceye dek meydanlara egemen olacaktır.
‘Mustafa Kemal’in askerlerine’
Aşağıdaki mektup Nutuk’a ekli belgeler içinde bulunan, aslında Kuvayi Milliye hareketinin başladığını işaret eden, Gazi’nin imzasıyla yayınlanmış bir çağrıdır. Amasya kararları çerçevesinde görüşlerine başvurulan yurttaşlara, düşünen adamlara, vatanseverlere gönderilmiştir. Mustafa Kemal bu mektubu yazdığında henüz hakkında alınan kararlardan habersiz bir Paşaydı. Rütbeleri sökülmüş, tümgeneralliği elinden alınmış, dahası Dürrizade ve Vahdettin, Damat Ferit tarafından hakkında idam fermanı hazırlanan bir rütbesiz halk kahramanıydı. Ülkeyi işgal eden düşmanlara karşı bir savaş çağrısı olan bu mektup bir bakıma Kurtuluş Savaşı’nın başladığının ilk yazılı belgesidir.
Yeniden Kuvayi Milliye hareketinin başladığı bu tarihi günde “Mustafa Kemal’in askerleri” aradığı gücü Gazi’nin mektubunda bulacaktır.
“İçinde bulunulan acı durumu daha da öldürücü biçime sokan etmen, başkent İstanbul’daki karşıt akımlar ve Anadolu’daki saf ve kutsal ulusal emelleri zararlı bir biçimde desteksiz bırakan siyasal ve ulusal olmayan propagandalardır.
Yalnızca mitingler ve gösterilerle büyük amaçlarlar hiçbir zaman gerçekleştirilemez. Bu gibi girişimler doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olurlar.
Ulusal güçleri ( Kuvayi Milliye) yanlış yollara sürükleyerek dağıtmanın cezasını bugün vatanımız aleyhindeki girişimlerle pek çok görmekteyiz. Bu nedenlerle İstanbul’un karşı akımları artık Anadolu’ya ve ulusal amaçlara egemen değil, bağlı olmak zorundadır.
İçinde bulunulan koşullar ulusal bir genel kongrenin toplanmasını gerekli kılmaktadır.
Bu çağrı her tarafa bir genelge ile duyurulmuştur.
Devletin parçalanmasının söz konusu olduğu bir sırada İngiliz propagandasıyla baş veren Kürdistan’ın bağımsızlığı gibi akımlar karşısında buna taraftar olanların dikkatleri yazışmalarla çekilmiş ve halifelik ve saltanat etrafındaki ortak amacımız için kazanılarak onlar da kongreye davet olunmuştur. Bu milli ve hayati sorun için sizin gibi vatansever ve söz sahibi düşünürlere düşen fedakarlık daha da büyüktür.”
Mektubun sonunda da Mustafa Kemal, “Bu kurtuluş ve milli amaç elde edilinceye kadar Anadolu’dan ve Sine-i milletten( ulusun bağrından) ayrılmayacağım ve bu noktada sonuna kadar bir ferd-i millet gibi çalışacağımı millete karşı kutsal saydığım şeyler adına söz verdim” diyor ve hiçbir gücün bu ulusal iradeye (azm-i Milli) engel olamayacağını vurguluyordu. (Özgün metin Nutuk, III, belge 27, s.162)