23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Milli olanın küreselleşme ile tarihsel imtihanı

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye 100 yıldır emperyalizme, son 30-40 yıldır da -yönetiminde küreselleşmeye angaje bulaşık bildik sağ siyasetler bulunduğu halde- bir ileri bir geri neoliberal küresel saldırıya karşı direniyor. Kavga esas olarak “millî” kavramı etrafında yaşanıyor. Hem de kıyasıya. Fakat ideolojik ve kültürel olarak hem kafalar çok karışık hem de artık bıkkınlık veren “millî” bir inançsızlık, samimiyetsizlik, kofluk ve hantallık söz konusu.

KÜRESELCİ SALDIRI

İçinde yer aldığımız bölgede BOP kapsamında ulus devletlere karşı bir büyük bölme savaşı açılmış durumda ve siyasi iktidarlar bile bu bağlamlar üzerinden kotarılıyor. 1990’lı yıllarla birlikte başta çağdaş sanat olmak üzere bütün ideolojik ve kültür alanlarımıza da zaten bu yüzden müdahale edildi. Küreselleşme yaygaraları arasında bütün çağdaş ve millî kavramlar yerel, ulusal toplumsal siyasal zaaflar üzerinden küreselleşmeye angaje ideolojik kültürel karşı silahlara dönüştürüldü. Uluslararası fonlar, küratörler, sözde çağdaş kılıklı güncel kavramlı sergiler, yayınlar, küreselleşmeci teorik kültürel iddialar iktidara taşındı. Gerçi şimdi bu neo liberal teorik kültürel kavramların hiçbirisi gündemde tutunamıyor bile ama güncel düşünceyi, sanatı ve kültürü yine de tümüyle halâ o seçilmiş ya da atanmış “yanılanlar”, angaje olmuşlar tayfası yönetiyor ne yazık ki?

Güncel çağdaş sanatta ve kültürde olanlar bütün bu ideolojik tasarımların birer çarpık tezahürü aslında. İdeolojik, teorik felsefi kırıklık, derin eksiklik, yetersizlik, sözde “özgün” demodelikler, vizyonsuzluk ucubeleri hemen her yerde. Çağdaş sanatın ve kültürün küresellemeciler tarafından şişirilip öne çıkarılmış sözde felsefi kültürel figüranları da tıpkı sürekli yanılan “muktedir” AKP iktidarı ve sağa sola savrulup duran dünün sözde “milliyetçi” rüzgârına kapılmış Bahçeli, Erdoğan kimlikleri gibi...

DAĞ BAŞKA NE DOĞURABİLİR Kİ?

AKP iktidarı III. Milli Kültür Şurası’nı işte bu bir türlü çağdaşlaşamamış kültürel ruhsuzluk, vizyonsuzluk ve inançsızlık ikliminde topladı. Başkanlık sevdasına kapılmış en tepedeki ismin konuşması dışında, o Şûra’da kimler var, kim neyi savunuyor, ne söylüyor, orada ne konuşuluyor bir bilen var mı? Bırakın toplumu, ilgili kamuoyunda bile acaba oradan ne kararlar çıkacak ve kültürümüze neler getirecek gibi bir beklenti görülüyor mu?

İlk şûra 80 Darbesi’nin ilk yıllarında toplanmıştı. İkinci şâra ise o sürecin son yıllarında yapılmıştı. Yani ya darbe doğrultusunda ya da darbecilerin son çırpınışları sonucu...

Görünüşte “güçlü” bir iktidar tarafından kotarılıyor gibi görünse de ilk ikisi kültürel olarak nasıl iktidarsız kaldıysa bu sonuncusu da aynı biçimde ama çok daha iktidarsızdır. Çünkü hem AKP iktidarının son yılları, hem de bırakın ideolojik olarak içine saplanıp kaldığı ideolojik kültürel çarpıklığı, kendi dediklerine, gelecek iddialarına bile büyük bir inançsızlık egemen...

AKP 15 yıldır iktidar. Onca yıl aklına gelmemiş giderayak başkanlık sevdasıyla belki deyip bir el de kültüre atıyor aklınca. Çünkü yıkılıyor. Kaldı ki zaten miras aldığını söylediği Türkiye sağı da “millî”lik konusunda kültürel olarak çok sığ ve şaibeli.

III. Milli Kültür Şûrası işte bu yıkılmaya evrilmiş, “millî” olamayan -hatta karşı duran- siyasi bir kafayla toplandı ve toplandığı gibi de sona erdi. Adettendir: sonuç raporu bile yayımlanır merak etmeyin. Ama rapor olarak kalacaktır. Böyle “gayrı milli”, çağdışı, küreselleşmeci, “yapma” bir kafayla o kof “dağ”dan fare doğmasın da ne doğsun? Dağ (ulus) bir türlü dağ olamamışsa başka ne doğuracaktı sanıyorsunuz? Fare doğuracağı daha baştan belli değil mi?