Milli ve yerli olabilmek...
Bizim dönemimizde büyük bir özlemle beklediğimiz ve de geldiğinde de coşku ve sevinçle kutladığımız “Yerli Malı Haftası” vardı. Bu haftayı özlemle bekleyip coşku ve sevinçle kutlamamızın başta gelen nedenlerinden biri de, bir hafta boyunca kimi dersleri kaynatıp bin bir yiyecekle buluşmamız olurdu. Haftaların belki de en bereketlisi ve doyurucu olanı bu hafta idi. “Yerli malı yurdun malı” sloganı eşliğinde neler yemezdik ki?
Bu haftanın bir diğer adı da “tutum” idi. Yani “yerli mallı” ile “tutum” aynı haftada, aynı başlık altında kutlanırdı. Hem doyasıya yer içer, hem de tutumlu olmanın erdemlerini dinlerdik, Ne de olsa “Damlaya damlaya göl olur” sözünün kumbaralara attığımız madeni paralarla parlak bir geleceğe dönüşeceğine inandırılmış bir kuşağın çocuklarıydık. Kumbaraların her bankaya gidip açıldığında içinden çıkan birikimlerimizin kaç kez bir top ya da bisiklete bağladığımız umutların “tasarruf cüzdanlarına” işlenerek iğdiş edildiklerine tanıklık ettik. Biliyorum bu konuda hiç günahları yok ama, yine de o yüzdendir banka veznedarlarına olan çocuksu düşmanlığımız...
Yerli malları ve tutum haftasının geçmişi Cumhuriyetin erken dönemlerine dek iner.. Bu haftanın temelleri, Atatürk’ün önerisiyle 1929’da Türkiye Ekonomi Kurumu’nun oluşmasıyla atılır. Kurumun amaçlarından biri “tasarruf” diğeri ise “yerli mallar’ın kullanılmasına teşvik” olur. Ve kutlanması için de 12-18 Aralık uygun görülür.
“Tasarruf ve Yerli Mallar Haftası”nın adı 12 Aralık 1934’de “Milli Ekonomi ve Yerli Mallar Haftası” olarak değiştirilir. 1950’de ise bir kez daha değişme uğrayarak bu haftanın adı “Ekonomi ve Yerli Mallar Haftası” olur. Haftanın kutlanma şekli ve içeriği hep aynı kalır ama, nedense adı 1983 yılında bir kez daha değiştirilerek “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” na dönüştürülür. Ama adı ne oluşa olsun, her zaman, kısa yoldan “Yerli Mallar Haftası” olarak kutlanır.
Çocuksu bir coşkuyla bu haftaları büyük bir iştahla nasıl kutladığımızdan elbette ki söz etmeyeceğim. Çünkü bunu herkes bilir...Yalnızca kurumlaşan ve bir dizi ilkeleriyle gelenekselleştirilen bu haftanın günümüze ilişkin kimi sonuçlarından söz edeceğim.
Artık ne umutlarımız ne de tasarrufa bağladığımız geleceğimiz, madeni kumbaraların içene pek sığmıyor. Onların yerini kredi kartları aldı. Tasarruf için değil de aksine tüketim için. Yani bizim 50’lerin sabırlı, çalışarak yükselmeye formatlanmış “baby boomer” kuşağının yerinde şimdi sabırsız ve de en kısa yoldan bir yerlere gelme telaşı içindeki “ “y” ya da “z” kuşağının “hem “tasarruf” hem de “ yerli mallı” kavramları ve bu kavramları algılayış biçimleri çok farklı. Kumbara ile kredi kartı arasındaki fark kadar. Belki de daha fazlası...
Ama bu algılayış biçimlerinde inanın gençliğin hiçbir günahı yok. ,Ne de olsa bizim çocuklarımız, torunlarımız... Ne ekersek onu biçiyoruz... Küresel kapitalizm ile neoliberalizmin suçlarının ne denli olabileceğini iddia edebilecek kadar da ekonomi bilgim yok. İnanın bilsem söylerdim...
Günümüzün gençleri milli olmayı; futbol takımlarımızın oyuncularından, ulusal marşımızı çaldıran kiralanmış atletlerden, Yabancı modacıların çizdiği THY’nın giysilerinden, ülkemizdeki en önemli arkeolojik yerlerinin yüz yılı aşkın bir zamandan beri kazan yabancı arkeologların sayılarından, 55 yıldır yapılan ulusal yarışmayı yok edip, uluslararası olan film festivallerinden vs. çok iyi biliyorlar... Bildiklerine yeni bir şeyler eklemek gereksiz...
Tasarrufa gelince o da bir başka alem....Ama siz yine siz olun, altındaki makam arabasının değerini hiçe sayarak Diyanet işleri başkanının sözlerini hiç unutmayın “ israf haramdır...”
Yazımızın konusu olan yerli malı haftasına gelince.... Bu haftada ne yiyeceğinizi inanın ben de bilemiyorum.... Bu günlerde yerli olan bir şey kaldı mı ki...
Olsun, yine de; Yerli malı, yurdun malı” yesek de yemesek de, ithal etsek de etmesek de o hep bizim yurdun malı...