Milliyetçiliğin ve Sosyalizmin Türkiye’deki kökleri-(TAMAMI)
Eski Yozgat Senatörü ve İşçi Partisi önderlerinden Servet Bora Ağabey sık sık vurgular: Milliyetçilik ve Halkçılık 20. yüzyıl başında birlikte doğdu; Atatürk’ten sonra birbirinden ayrıldı. Halkçılıktan kopan milliyetçiler, Milliyetçiliklerini de koruyamadılar. Milliyetçilikten vazgeçen halkçılar ise Halkçılıklarını da kaybettiler.
‘Türkiye’de bilim var’
İşte Arda Odabaşı, yeni kitabında bu olayın tarihsel köklerini anlatıyor. Osmanlı’da Sosyalizm Türkçülük ve İttihatçılık -Rasim Haşmet Bey- başlıklı çalışmayı okuyunca, “Türkiye’de bilim var” diyorsunuz.
Yöntem, kaynakların incelenmesindeki titizlik, sistemleştirme, dile özen; hepsi bilimsel ölçülerde yüksek bir düzeyi yansıtıyor. Arda Odabaşı, Milli Demokratik Devrimimizin başlangıç dönemi konusunda çok verimli ve aydınlatıcı çalışmalar beklediğimiz genç bilim emekçilerimizin başında geliyor.
Milliyetçilik ve Sosyalizmin ikiz kardeşliği
Kitap başlığından da anlaşılacağı üzere, Milliyetçilik ve Sosyalizmin iç içe doğuşunu, Rasim Haşmet Bey’in kişiliğinde işliyor. İlk milliyetçilerimizin hepsi halkçıdır ve bazıları sosyalisttir. Bu olay, Türkiye’ye özgü değildir. 20. yüzyılın bütün Ezilen Dünya ülkelerinde Milliyetçilik ve Sosyalizm ikiz kardeş gibi birlikte doğmuş ve el ele büyümüşlerdir. Bu olayı dünkü Rota’da Sadık Usta’nın hazırladığı Sun Yatsen kitabı bağlamında da incelemiştik. Asya’dan Afrika ve Latin Amerika’ya kadar bütün Ezilen Dünyada yüzyılın olayı budur ve hâlâ yürürlüktedir.
Mustafa Kemal’in ‘Milat’ öncesi sosyalistliği
Arda Odabaşı’nın kitabında, Mustafa Kemal’in devrimci köklerinin ipuçlarını da buluyoruz. Mustafa Kemal, daha 23 yaşında gencecik bir zabitken not defterine 10 Ocak 1904 günü şöyle yazıyor: “Evvelâ socialiste olmalı, maddeyi anlamalı.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 1, s. 15)
Arda Odabaşı’nın saptadığı üzere, “1908 Devrimi hem Türk sosyalizmi hem de Türkçülük açısından bir milat” olmuştur (s. 9). Mustafa Kemal’in “Evvelâ socialiste olmalı, maddeyi anlamalı” saptaması, “Milattan Önce” oluyor. Bu açıdan öncü tavra işaret etmektedir. Demek ki Mustafa Kemal, sosyalizmle temas kuran ilk Türk devrimcileri arasındadır. Konu, araştırmacılarını bekliyor.
Her doğru rakibine göre doğrudur
Arda Odabaşı’yı bilgilenerek ve aydınlanarak sevinçle okurken, iki konuyu tartışma ihtiyacı duyuluyor.
Birincisi, Türkiye’de henüz kimsenin sosyalizmden haberi olmadığı 1900’lerin ilk yıllarında, 20-25 yaşlarında sosyalizmi savunan Rasim Haşmet Bey’i burjuva sosyalisti veya “burjuva devrimcisi” kalıpları içinde görmek ne kadar yerindedir (s. 200, 259, 262, 281, 314)? Bu tezi ileri sürebilmek için aynı yıllarda “proleter sosyalistlerinin” de bulunması gerekir. Oysa o dönemde sosyalizm, Türkiye’de henüz yeni filizlenmektedir.
Her akım, rakipleriyle mücadele ve karşılaştırma içinde, burjuva veya proleter olabilir. Arda Odabaşı, Rasim Haşmet’e kendi deyişiyle “sonraki onyılların ölçütleriyle” bakıyor (s. 313). O nedenle Asım Bezirci’nin, Rasim Haşmet’i “İlk sosyalist şairimiz” olarak saptaması yerindedir. Nitekim Arda Odabaşı da aslında Giriş ve Sonuç bölümlerinde sık sık aynı görüşü benimsemektedir.
Kaldı ki Rasim Haşmet, sosyalist öğretinin gelişme sürecini ancak olgunlaşmış sosyalistlerin bilimsel ölçüleriyle aşamalara ayıracak birikimi çok erken yaşta kazanmış gözüküyor (s. 224 vd.). Dahası bugün birçok sosyalistimiz pozitivizm ağı içindeyken, o daha 1908 yılında Pozitivizmin devrim karşıtlığını saptamaktadır (s. 195).
20. yüzyılda vatanseverlik ve Sosyalizm
İkinci, fakat çok daha önemli konu, Arda Odabaşı’nın Rasim Haşmet’in 1912 sonrasında bir “kırılma yaşadığı”, “Sosyalizmden Türkçülüğe kaydığı” yönündeki görüşleridir (s. 227, 314).
Bu değerlendirmede, 19. yüzyıldan kalma Marksizmin 20. yüzyılda geçerli olmayan kalıplarının etkili olduğu tartışılmalıdır. Aynı bakış açısıyla, Lenin’in o yıllardaki “Ezen Ezilen Millet” tahlili de Avrupa merkezli 2. Enternasyonal revizyonistleri tarafından “Milliyetçi bir sapma” olarak eleştirilmiştir.
Rasim Haşmet’in 1912 yılında vatan vurgusunu öne çıkarması, 19. yüzyılın “İşçilerin vatanı yoktur” türünden hep yanlış yorumlanan kalıplarını aşması, daha 26 yaşındayken sağlam bir materyalist temele sahip olduğunu gösterir. Henüz yeni olan emperyalizm olgusunu Türkiye sürecinde görmüş ve bir sosyalistin bulunması gereken mevziye girmiştir.
Arda Odabaşı’nın titiz bir araştırmayla ulaştığı verilere göre, Rasim Haşmet 1912’den sonra sosyalist olarak daha olgunlaşmış, daha sağlam bir çizgiye yerleşmiş görünüyor. Bu tarihten sonra “daha az Batıcı” olması, Rasim Haşmet’in “daha az Enternasyonalist” olduğunu değil, tam tersine daha tutarlı bir Enternasyonalizme yöneldiğini gösterir. Odabaşı, bu noktada çelişmeli ve ikircikli gözüküyor (s. 227).
İştirakçi Hilmi’ler ve Rasim Haşmet’ler
Burada Arda Odabaşı’nın içeriği değil, söylemi öne çıkardığı düşünülebilir. Pratikte doğrulanmayan söylem, hep yanıltıcı olmuştur. Nitekim İştirakçi Hilmi gibi “sosyalist” söylemliler, o süreçte emperyalizmin işbirlikçiliğine sürüklenirken, Rasim Haşmet gibi sosyalizmi vatanseverlikle birleştiren ve vatansızlığı mahkûm edenler, devrimci bir çizgide ilerlemişlerdir. Uluslararası Marksist hareketin önemli isimlerinden Parvus Efendi’nin Türkiye’deki doğru mevzilenmesi de bu açıdan öğreticidir (s. 318).
Odabaşı’nın göndermede bulunduğu François Georgon gibi Avrupa merkezli tarihçiler, Milliyetçiliğin o tarihteki ilerici rolünü göremiyor ve Türk Milliyetçiliğinin “Sosyalizmle buluştuğu için ilerici bir renk kazandığını” söylüyorlar (s. 315).
Oysa o gün de bugün de ilericiliğin ölçütü, emperyalizm karşıtlığıdır. Emperyalizm işbirlikçisi sahte “sosyalistler” Lenin’lerin, Mao’ların da mahkûm ettikleri gibi “gerici”dirler. Buna karşılık emperyalizme karşı mücadele eden milliyetçiler ilericidir.
Arda Odabaşı da Sonuç bölümünde bu saptamaları berraklıkla yapıyor (s. 318, 320). Ancak Rasim Haşmet’in görüşlerini incelediği bölümlerde farklı değerlendirmelerde bulunuyor.
Milliyetçilik ve Enternasyonalizm
20. yüzyılın başında Ezilen Dünya ülkelerinde devrimci ve Halkçı Milliyetçiliğin aynı zamanda Enternasyonalist bir mevzilenme içinde olduğunu görüyoruz. Dün bu köşede işlediğimiz Çin Devrimi önderi Sun Yatsen ile Türkiye Milliyetçilerinin tavırları aynıdır. Emperyalizme karşı kararlı mücadele pratiği, Sovyet Devrimi ve diğer Ezilen Dünya ülkeleriyle sağlam bir dayanışma ile birlikte yürüyor. (Bkz. Sun Yatsen, Halkçılık Üzerine, s. 95-118).
Atatürk de Sun Yatsen gibi, son vasiyeti dahil, bütün mücadele hayatı boyunca Sovyet Dostluğu mevzisinde kararlılık göstermiş fakat “Beynelmilelciliği” vatansızlık olarak tanımlayan yanlış bir “Enternasyonalizme” kesinlikle uzak durmuştur.
20. yüzyılda, bütün devrimler, sosyalist devrimler dahil, vatan savunmasında oldu. Bazı Türk Sosyalistlerinin ve Milliyetçilerinin, bunu kendi pratiklerinde görebilmiş olmaları, kuşkusuz bugün için de çok anlamlıdır. 20 yüzyılın Enternasyonalizmi, 19. yüzyılın Avrupa merkezli Enternasyonalizmi değildir. 19. yüzyılda uluslararası dayanışma, Avrupa ülkelerinin işçi sınıfları arasındaydı.
Oysa emperyalizm döneminde Avrupa işçileri Lenin’in de saptadığı üzere kendi sermayedarlarının kuyruğuna takıldılar ve Ezen Milletlerin bir parçası haline geldiler. 20. yüzyılda Enternasyonalizmin merkezi, Ezilen Dünyaya kaydı ve vatanseverlikle özdeşleşti. Slogan da buna göre değişti.
Bu nedenle 20. yüzyılda Enternasyonalizmi “vatansızlık” diye yorumlayanlar, emperyalistlerin piyonları haline geldiler. Bu nedenle Rasim Haşmet’lerin, bu olayın daha en başında vatansızlığı eleştirmeleri ve vatanseverlikteki kararlılıkları, erken oluşan sağlam bir Enternasyonalizme işaret ediyor. Nitekim vatansever Rasim Haşmet’ler, tıpkı Çin’in Sun Yatsen’leri gibi, aynı zamanda 1917 Ekim Devriminin kararlı dostları olmuşlardır.
Arda Odabaşı, Türkiye Milliyetçilerine ve Sosyalistlerine ortak köklerini öğretiyor.
NOT: Rasim Haşmet’in oğlu, çok değerli ressam Haşmet Akal’dır. İlk eşi Raife Ulus Abla’dan ve ikinci eşi Ayşe Akal’dan, Haşmet Akal’ın sanatçı ve sosyalist kişiliği üzerine çok şey öğrenmiştim. Saygıyla anıyorum.