18 Aralık 2024 Çarşamba
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Monşerlerden mücahitlere Hariciyemizin ahvali! Liyakat mi sadakat mi?

Hüseyin Vodinalı

Hüseyin Vodinalı

Eski Yazar

A+ A-

Aslında başlığı, “monşerlerden muhteremlere” diye de atabilirdim ama yanlış olurdu.

1995 seçimlerini kazanan Refah Partisi, Dışişleri Bakanlığını DYP’ye bırakmıştı.

Tansu Çiller, dışişleri bakanı olduğunda pek bir değişiklik yapmadı. Sadece kendisine yakın isimlerle çalıştı. Hatta Onur Öymen’i müsteşar yaptı.

Erbakan Hoca, 1973’te CHP ile koalisyonu döneminde de dışişleri bakanlığını istememişti.

Çünkü ne olursa olsun, milli ve devlet geleneğine bağlı bir kişiydi.

Türk Hariciyesi’nin büyük uzmanlık ve ustalık gerektiren bir yer olduğunu iyi biliyordu.

REİS ÜL KÜTTAP’TAN HARİCİYE NEZARETİNE

Bu noktada, Türk Hariciyesi’nin öz geçmişini, yine Türk Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinden alıntılıyorum:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin hariciyesi, uzun bir geçmişe dayanan köklü Osmanlı diplomasisi geleneği üstüne kurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllar boyu geniş bir coğrafyada hüküm sürmesinin önemli sebeplerinden birisi güçlü diplomasi geleneğini etkin bir araç olarak kullanmış olmasında yatmaktadır.

19. yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun dış işleri Reis-ül Küttap’ın yönetiminde idare edilmekteydi. Ancak Reis-ül Küttap aynı zamanda devlet yazışmalarını yapmak ve Devletin ana kayıtlarını tutmak gibi başka görevler de üstlenmişti. 1793’te III. Selim döneminde ilk sürekli Büyükelçilik Londra’da açılmış ve Yusuf Agah Efendi ilk sürekli Osmanlı Büyükelçisi olarak atanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti de sürekli temsil ve karşılıklılık esaslarına dayalı diplomasiyi uygulamaya başlamıştır. Avrupa ülkelerinde görev yapan Osmanlı Büyükelçileri, ikili ilişkilerin yürütülmesine ek olarak atandıkları ülkelerle ilgili bilgiler aktarmak suretiyle İmparatorluğun Batılılaşma ve reform sürecini hızlandırıcı rol oynamış, devlette modernleşmenin öncüleri olmuşlardır.

Reis-ül Küttaplık sisteminin günün diplomatik ihtiyaçlarına ve koşullarına uygun olarak yapılandırılması çerçevesinde II. Mahmut döneminde önce Tercüme Odası kurulmuştur. 1836 yılında ise Padişah, harici işlerin çok artmış ve önem kazanmış olması sebebiyle, Reis-ül Küttaplık makamını nezaret seviyesine yükseltmiştir. Son Reis-ül Küttap Yozgatlı Akif Efendi, müşirlik rütbesiyle ilk Umur-ı Hariciye Nazırı yapılmıştır.

Cumhuriyet dönemi dış politikamızın temelleri Milli Mücadele yıllarında atılmıştır. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının hemen ardından oluşturulan ilk Milli Hükümetle birlikte “Hariciye Vekaleti” de 2 Mayıs 1920 tarihinde resmen kurulmuş ve başına Bekir Sami Bey getirilmiştir. Son derece kısıtlı imkanlarla kurulan Hariciye Vekaleti, Milli Mücadele döneminde dış temasların artan yoğunluğuyla birlikte, tüm zorluklara rağmen özverili biçimde görev yapmış ve Lozan’a giden süreçte önemli rol oynamıştır.”

Burada da görüldüğü gibi Hariciye, Osmanlı’dan beri Türkiye’nin en batıya dönük, modern yüzü olmuştur.

MONŞERLER YERLİ VE MİLLİDİR

Modern çağın öncüsü Batı’ya dönük olması yüzünden, Osmanlı’daki muhafazakar kesimler tarafından “Monşer” lakabı takılmış, bu lakap Cumhuriyet döneminde de diplomasiye yapışmıştır.

Oysa bu pek çok bakımdan yanlıştır.

Batı’ya öykünse de, Osmanlı döneminde Frankofon, 1950 sonrası Atlantikçi NATO’cu da olsa, Türk diplomatları (aralarında Amerikan, İsrail, Alman muhibbi gibi çalışan istisnalar hariç) hiçbir zaman vatan satmamıştır.

Bunun en çarpıcı örneği İngiliz muhibbi hain Sadrazam Ali Kemal’in oğlu Zeki Kuneralp’tir.

Batıcı ekolden de olsa, Türkiye’nin çıkarlarını savunan bir memur olarak görev yapmıştır.

Monşer denilen rahmetli Kaya Toperi, Bern Büykelçiliğini basmaya gelen PKK’lılardan birini silahını çekip indirmiştir.

Türk Dışişleri Bakanlığı, Ermeni Asala terörüne çoğu diplomat olmak üzere 40 personelini şehit vermiştir.

Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin en yurtsever ve donanımlı memurları Türk Hariciyesi’ndedir.

Ya da öyleydi.

2002’de AKP tek başına iktidara gelince, Abdullah Gül dışişleri bakanı oldu.

BOP’çu, AB’ci ve en önemlisi “Altın Nesil”ci dönem başladı.

F tipi alımlar öyle pervasız yapılıyordu ki, yeni başlayan bazı meslek memurları, çevirileri “Google Translate” programından yapıyordu ve ortaya trajikomik metinler çıkıyordu.

Bu dönemde FETÖ’nün Ergenekon ve Balyoz kumpasları başladı.

Atatürkçü, Milli, Vatansever asker, siyasetçi, gazeteci, yazar, sivil toplum örgütü kim varsa toplamaya başladılar.

Bunun bir de Dışişleri ayağı vardı.

FETÖ’cüler Dışişleri Bakanlığı’nda 80 kişilik bir liste hazırlamıştı.

DAVUTOĞLU DÖNEMİ İLE DIŞARIDAN ATAMA BAŞLADI

Ancak o dönem (2006 – 2009) Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı yapan Büyükelçi Ertuğrul Apakan’ın yüksek feraseti ve direnci sayesinde, hariciyeye -en azından hapislere atacak şekilde- bulaşamadılar.

Ama kadrolaşma alabildiğine hızlandı.

Özellikle de “Stratejik Derinlik” üstadı Ahmet Davutoğlu döneminde.

2011’de ilk kez diplomat kökenli olmayan 5 büyükelçiyi atayıverdi.

Bu bir ilkti.

200 yıllık Türk Hariciye geleneğine tamamen aykırıydı.

Bu 5 büyükelçiden biri Vatikan’a atanan Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Görevlisi İlahiyatçı Prof. Kenan Gürsoy idi.

Bir diğeri de, Afrika’da çalışan “Yeryüzü Doktorları Derneği”nin İngiltere Ofisi Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüten Cemalettin Kani Torun’du.

Diğer üçü ise bürokrat memur kökenliydi.

2013’te, İsviçre’ye atanan basın müşavirinin, dil bilmediği için aylığı 6 bin dolara tercüman tutulması CHP’nin soru önergelerine konu olmuştu.

2013’te bir torba kanunla da büyükelçilik yapan kişilerin yurda dönüşlerinde Dışişleri Bakanlığı kadrosuna alınmasının önü açıldı.

O dönem CHP’de milletvekili olan Osman Korutürk bunu “Türk Diplomasisine bir darbe” olarak niteledi.

2013’te Ankara Vali Yardımcısı Şentürk Uzun, Gana’ya, Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan Varşova’ya büyükelçi olarak atandı.

Ama asıl bomba 2017’de Merve Kavakçı oldu.

Bu da Mevlüt Çavuşoğlu dönemindeydi.

1999’da ABD vatandaşı olduğunu bildirmeden milletvekili seçildiği için vekilliği düşürülen ve daha sonra da vatandaşlıktan çıkarılan Merve hanım Malezya’ya Büyükelçi atandı.

Diplomasi yazarı Zeynep Gürcanlı, Büyükelçi olarak Malezya’ya atanan Merve Kavakçı’nın Türkiye’yi yurtdışında defalarca nasıl şikayet ettiğini yazmıştı.

“Erdoğan'ın çok sert sözlerle eleştirdiği, ‘kendi ülkesini yurt dışında ihbar ve şikayet etmek’ fiili, Merve Kavakçı için geçerli değil. Çünkü Kavakçı, Temmuz 2017'de yeniden Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olmadan önce ABD'de katıldığı panellerde, toplantılarda sık sık Türkiye'yi şikayet etmiş, ABD'yi övmüştü. Buna rağmen büyükelçi yapıldı.” ifadelerini kullanan Zeynep Gürcanlı, FETÖ lideri Fethullah Gülen’e kefil olan Graham Fuller’le Merve Kavakçı’nın arasındaki irtibata da dikkat çekti.

Gürcanlı Sözcü’deki yazısında şöyle diyordu: “Fuller, FETÖ lideri Fetullah Gülen'in ABD'de oturma izni almasını sağlamak üzere “referans mektubu” yazan isimlerden biri. 15 Temmuz sonrasında da FETÖ'yü aklamak için en çok çaba gösteren Amerikalı isimler arasında yer alıyor.

Tokyo Büyükelçisi Murat Mercan milletvekilliğinden, Pekin Büyükelçisi Emin Önen de Cumhurbaşkanı danışmanlığından büyükelçilik görevlerine getirildi.

SADAKAT LİYAKATE AĞIR BASTI

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçen ay (2010-2016 arasında Türkiye'nin Moskova ve Roma Büyükelçiliği görevlerinde bulunan ve şu anda İYİ Parti Aydın Milletvekili olan) Aydın Adnan Sezgin ile bu atama konusunda tartışma sırasında şu sözleri sarf etti:

"Kimse kusura bakmasın en iyi, en başarılı büyükelçilerimiz dışarıdan atadıklarımız. İlk sıraya Tokyo Büyükelçimiz Murat Mercan'ı, 2. sıraya da Pekin Büyükelçimiz Emin Önen'i koyarım"

Kavakçı’yı nedense zikretmeyen Çavuşoğlu’nun bu sözleri Dışişleri Bakanlığı’nda ciddi bir kırgınlığa yol açtı.

Bunu da yine eski büyükelçi Aydın Adnan Sezgin dile getirdi:

"Mesele, Türk Dış Politikası'nın kurumsal geleneklerinin yıkımıyla, Cumhuriyet norm ve değerlerinden koparılması ile bağlantılıdır. Geçmişiyle ve bugünüyle övünmemiz gereken bir bakanlığın esas sütununu oluşturan kariyer diplomatlarına bir saygısızlık olarak görüyorum."

Bu arada Dışişleri Bakanlığı’nın (başkanlık sisteminde müsteşarlıklar ilga edildi) 3 bakan yardımcısından ikisi diplomat kökenli, biri dışarıdan atama.

Dışarıdan atanan 1985 doğumlu Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran’ın sorumlu olduğu alanlar ise personel, atama, terfi ve mali işler…

İşte Dışişleri’nin Çin ile ilişkileri adeta dinamitleyen son Uygur/Çin açıklamasının arka planında bunlar yatıyor.

“Toplama Kampları”, “İşkence Zulüm” ifadeleri ve skandal teyit edilmeyen Uygur Ozanı Heyit’in ölüm haberi.

Kimse kusura bakmasın ama, tamamen liyakate dayalı 226 yıllık Türk Hariciye geleneği de partiye sadakate kurban edildi.