29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 27°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Müflis entellektüellerin dramı-(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Kendi kendilerine liberal sol ya da özgürlükçü sol adını veren veya böyle tesmiye edilen “müflis entelektüeller”in en büyük yanılgısı (dramı), bu zevatın, AKP’nin ileri demokrasi için askerle mücadele ettiğini sanmalarından kaynaklanmaktadır. Oysa, AKP gibi bir İslamcı cemaat partisinin en büyük korkusunun demokrasi olduğunu bilmeleri gerekirdi. AKP, mutlak iktidarlarının önündeki en büyük örgütlü engeli (TSK) ortadan kaldırmak için “demokrasi kemiği”ni çok akıllıca kullandı.

“Müflis entelektüeller” her şeyi herkesten daha çok bildikleri vehmine kapıldıklari için ömürleri boyunca yanıldılar ve dayak yediler. İlk dayaklarını 12 Mart’ta yediler. Yenilgi ve bozgunu erdem haline getirecek kadar inatçı ve megalomandırlar.

İktidar hırsı

1963 tarihli Profumo Seks Skandalı’nın (İngiltere muhafazakâr hükümetinin savaş bakanı John Profumo) kahramanlarından Stephen Ward, yükselmeyi amaçlayan insanların yüksekten başlamalarını tavsiye eder. Örneğin, “NewYork banliyösünde bir malikânede oturacağınıza Manhattan’da küçük bir stüdyoda oturun, hiç olmazsa, bir gün işinize yarayacak türden bir Ford ya da Rockefeller ile asansörde tanışma şansınız olur” der.

Elhak, müflis entelektüellerin çoğu Profumo Skandalı’nı bilecek yaştadırlar ve Stephen Ward’ın tavsiyelerine uymuşlardır. 1970’li yıllarda çoğu sol hareketler içinde yer aldılar ve kendilerinin birer Marx, Engels, Lenin, Mao, Castro ve Che Guevara olduklarına vehmederek ortalıkta hindi gibi dolaştılar. Bu da yetmiyormuş gibi mapus damlarına girerek düşman çatlattılar. “Şoför mahalli”nde oturmak ihtiras ve aşkıyla da olsa ölümü ve hapishaneyi göze almak az şey değildir. Çoğunun bunu ün ve unvan için yaptıklarını biliyorum. Öyle olmasaydı, Özal dönemiyle birlikte hidayete erip dönerler miydi?

Bunlarla birlikte binlerce insan idam tehditi altında mahkemelere çıktı, çok uzun süreli hapis yattı. Şimdi kim biliyor, kim tanıyor onları? Hepsi onurlu bir şekilde bir kenara çekilmişler, soldaki mütevazı hayat ve katkılarını sürdürüyorlar.

Bunlar Başbakan’ın “ağabey”i olmazlarsa, Cumhurbaşkanı’nın uçağına binmezlerse olmaz. Yaşayamazlar. Koçlarla, Sabancılarla, Eczacılarla da ahbap olacaklar. Bunun için gereken ne varsa yaparlar.

Yenilen adam ya alkolik ya da derviş olur, ama asla “Operet Mareşali” olmaz!

İntikam saplantısı

1970’lerde ve daha sonra yedikleri nanelerin hesabını sormanın hiç mi hiç gereği yok. Çünkü kendileri kitap ve gazetelerde yazarak, televizyonlarda böbürlenerek bir zamanlar ne denli budala olduklarını itiraf ettiler. Kimse kimsenin namus ve haysiyetinin bekçisi olamaz. Esir pazarında kendi kişiliğini satılığa çıkaranlara kimse engel olamaz.

Şu anda bu posalar hakkında yazı yazıyorsak, bunun nedeni, mansıp peşinde koşmalarını demokrasi ve adalet aşkıyla yaptıklarını iddia etmeleri.

Bu arada, Voltaire olarak bilinen François Marie Arouet’den (21.10.1694-30.05.1778) söz etmek istiyorum. Yakın dostu Marquise du Châ’in ölümünden sonra, Berlin’e, yakın arkadaşı ve hayranı olan Büyük Frederick’e gitmişti. Kral zaten onu daha önce ısrarla saraya davet ediyordu. Her ne kadar ilk zamanlarda buradaki yaşamı iyi gitse de, zamanla çeşitli zorluklarla karşılaşmaya başladı. Üstelik, sivri dili bir yana, kralın yazdığı manzumeleri de beğenmiyordu. Sonunda tepesi atan Frederick, Voltaire’e gümüş bir tepsi üzerinde suyu sıkılmış bir limon posası gönderdi. Ardından tutuklatmaya kalkıştı.

Başarısızlıklarının ve yenilgilerinin faturasını Türkiye’ye ve insanlarına çıkartan bu “ana rahmine ‘haklı’ düşenler” tayfası, Turgut Özal’dan sonra bir ara açıkta kaldılar, bazıları Ecevit ükümetinde danışman falan oldular; birkaçı 28 Şubat döneminde biraz hırpalandılar... AKP’nin iktidara gelmesiyle zincirlerinden boşandılar. AKP, 12 Mart ve 12 Eylül’de tüylerini yolan TSK’dan ve kıymetlerini bilmeyen halktan intikamlarını alabilirdi. AKP’nin, askerin vesayetini kaldırarak ülkeyi demokratlaştıracağına içtenlikle inandılar mı, bilemem. Megaloman tayfası zaman zaman böyle budalalıklar yapar. AKP iktidarının Avrupa Birliği’ne girmek istediğine gerçekten inanıyorlar mıydı? İntikam denizine düşen yılana sarılır. Onlar da sarıldılar ve hayatlarında ilk kez başarılı olup Avrupa Birliği nezninde itibar kazandılar. Karen Fogg örneğinde olduğu gibi, AB de bunları kullandı. Tıpkı ABD’nin CIA güdümlü USAID, NED, IRI benzeri kuruluşlar gibi.

Su testisi

Orhan Bursalı, Cumhuriyet gazetesinde (18.09.12) CHP’yi uyaran harika bir yazı yayınladı ve AKP iktidarının Türkiye’yi nasıl tepelediğini özetledi.

Orhan Bursalı, RTE yönetimindeki AKP’nin “düşman” ilan ettiği bütün hedefleri sırayla nasıl bertaraf ettiğini yazıyor: Hukuk, Üniversiteler, Ordu, Medya, Eğitim... sırayla düştüler. Onlar düşünce Cumhuriyet de düştü.

TSK’ya karşı bir kuyruk acıları olduğunu kendileri de kaç kez yazdılar, türlü şekilde kaç kez itiraf ettiler. Peki hukuk ve üniversiteler saldırıya uğrarken, acaba bir getirisi olacağını sandıkları için mi sustular? Yoksa bir başka düşmanları Kemalizm’in yıkılışını sadik bir zevkle seyretmek olanağına kavuştukları için mi? Medya, hakkında herhangi bir söz etmeye değmez! Geçelim! Ama bu Medya sayesinde hepsinin şu ya da bu şekilde köşeyi dönmüş olmalarını unutmadan!

Gelelim eğitim ve okul işlerine: Bunların çoğu şu ya da bu düzeyde yabancı dil bilir, yeryüzü coğrafyasında görmedikleri ülke neredeyse kalmamıştır, ama hiçbiri Cumhuriyet’in 1924 yılında kurduğu laik eğitim ve öğretim düzeninin yıkılmasına karşı çıkmadılar.