29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Müflis herifler -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Tam tarihi hatırlamak için internetten Ataol Behramoğlu’nun biyografisini dikkatle okudum. (Bu yazıyı yazdığım saat telefon edilecek zaman değil.) Ataol’a bir şey soracaktım. Zaman dilimi 1975-1980 arası idi. Çıkardığı dergide canımı sıkan bir yazı yayımlanmıştı. Kendisine bir şikâyet-eleştiri mektubu göndermiş ve “Sol, psikiyatri kliniği değildir” diye bir aforizma attırmıştım.

O sıralar ve daha önce, ruhsal sorunlarına çare aramak için Sol’a sığınanlar, kendilerini Marx, Engels, Lenin, Stalin, Krupskaya, Rosa Luxemburg yerine koyanlar, daha sonra “Müflis Herifler” oldular. 12 Mart ve 12 Eylül sınavlarında “kazık” sorular çıkmıştı.

Özal döneminde bunlara “Ana rahmine haklı düşenler” adını takmıştım. Hacıyatmaza benzeyen bu herifler her zaman haklıydılar: Devrilen bir otomobilin şoför mahallinden inip bir yenisinin şoför mahalline biniyorlardı.

***

Bunlardan biriyle, 1960’lı yılların birinde, rahmetli Kemal Özer’in Beyazıt’taki Beyaz Saray’ın bodrum katındaki kitapçı dükkânında tanışmıştım. Parmağımdaki nişan yüzüğünü gören Kemal, “Oo nişanlanmışsın be yau!” demiş, yanımda varsa, nişanlımın fotoğrafını görmek istemişti. Cüzdanımdan çıkartıp Ülker’in fotoğrafını gösterdim. “Ana rahmine haklı düşen” de baktı fotoğrafa ve “Benim nişanlım seninkinden daha güzel!” dedi.

Bu muhterem, “Ülker’den güzel kız”la evlendi ve boşandı. Kızı epeyce sonra gördüm. Bir başkasıyla evliydi ve Ülker’den hiç de güzel değildi.

Bu, bu kafadan olanları takdim için muhayyer (beğenmece) bir numune (örnek) niyetinedir: Onlar ve onlarınkiler her zaman birincidir!

***

“Ülker’den daha güzel kızın nişanlısı”, günümüzde, müflis heriflerin önde gidenlerinden. İflas ettiği için gecekonduya düşmedi. İktidar nezdinde itibarı yerinde. Bütün “Yetmez ama Evet”çiler gibi, ortalıkta kasılarak geziyor. Akil adam bile oldu.

1993 yılında, demek ki 20 yıl önce, bunlarla ilgili bir yazı yayımlamışım. Giriş bölümünü okuyalım:

‘The new Ottomans CO.’

[“Son yirmi-yirmi beş yılda birlikte yaşamak zorunda kaldığımız kimi insanlar için, ‘Analarının rahmine ‘haklı’ olarak düşmüş, hep haklı olmak için doğmuşlar!” diye bir tanımlamam vardır. Yıllar önce bir yazımda bunun benzeri bir tanımlamayı kullandığımı da anımsıyorum. Bir zamanlar Kemalistin hası, Marksistin hası, Maocunun hası, Filistincinin hası, Humeyni sempatizanlarının hası onlardı; ardından en hakiki liberal oldular, yeni dünya düzenini en çabuk onlar kavradılar. Eski yol arkadaşlarına ‘Hâlâ aynı yerde mi otluyorsunuz?’ gibilerden tepeden sorular sormaya başladılar ve ANAP’ın erdemini keşfettiler. Özal’ın kişiliğinde XXI. Yüzyılın dâhi politikacısını görmeye başladılar. Şimdilerde ‘Yeni Osmanlıcılık’a takılıyorlar. Asıllarına rücu etmek ve geçmişle, tarihle barışmak istiyorlar. Aşırı soldan saltanatçılığa giden o uzun ve trajik yolu kısaltıverdiler. Başkalarının yapması durumunda ‘tu kaka’ edecekleri davranışları, kendileri yaptıkları için, erdemlilik olarak tanımlamaktan çekinmiyorlar. Yirmi yıl önce bir tek amaçları vardı: Toplumsal vitrinin önünde olmak. Şimdi gene tek amaçları var: Toplumsal vitrinin önünde olmak. Bundan sonra nereye gidecekler, bunu zaman gösterecek.”] (Mahşerin Üç Kitabı, Doğan Kitap, 2005, s.170)

(Aradan iki yıl geçmiş, 1995 yılında aynı konuda bir başka yazı daha yayımlamışım:

‘Bedavacılıklar, sıtma ve sulfata!’

[“1995 yılının nisan ayında topluma baktığım zaman neler görüyorum: Yeni Osmanlıcılar, II. Cumhuriyetçiler, köşe dönmeciler, küreselleşmeciler, pro-Kürtler, yuppiler, magandalar bir yandan, şeriatçılar bir yandan, Türkiye’nin tarihsel faturasını (1071-1995 arası) Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun kurucusu Kemalizm’e ödettirmek istemektedirler. Yani ‘meccanicilik’ yapmaktadırlar. Yeter artık! Dürüst ve onurlu olmak istiyorsak, geçmişten sadece ders alalım!

1995 yılında ‘insan’ ve ‘adam’ olmanın ölçüsü belli; hiza ve istikamete oradan bakalım:

Batı tipi parlamenter demokrasi, laik ve sosyal hukuk devleti, insanın temel hak ve özgürlüklerinin gerçekten yaşandığı toplum, bireyin kendi inanç ve düşüncesini özgürce yaşayıp dile getirebileceği toplum, her türlü azınlığın (din, soy, dil, kültür, siyasal vb.) çoğunluk gibi yaşayabileceği, hak sahibi olabileceği bir toplum, bireyin Tanrı ve din karşısında özgür olabileceği bir toplum...”] (Yazmasam Olmazdı, Doğan Kitap, 2004, s.471)

***

Her zaman malûmatfuruş ve kibirli oldular. Tıpkı, “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyen Ankara valisi gibi. Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanarak iyi tahsil ve terbiye görmüşlerdi. Kimisi dedesi, kimisi babası yüzünden aşağılık duygusu içindeydi. Cumhuriyet düşmanı oldular. 60’larda, 70’lerde, 80’lerde, psikiyatri kliniği, şifa yurdu niyetine Sol’a sığındılar. Kara vagon değil lokomotif olmak istediler. Olmadı! Pek azı mapus damına düştü, çoğu yurtdışına kaçtı.

AKP’nin kurulmasıyla poker masasında kâğıtlar yeniden dağıtıldı. Bir tuhaftı bu AKP’liler. Dışarıdan hizmet istiyorlardı. Müflisler, hizmet sunmak için sıraya girdiler. Kurdun kuzu postuna girdiğini gördükleri halde, “Bunlar gömlek değiştirdiler!” diye hizmet yarışında koştular. “Dur hele bir. Bunlar takiye yapar!” diyenleri küçümsediler.

“Yahu bunlar, despotizm ve şeriat istasyonunda inmek için demokrasi trenine bindiler!” diyenleri aşağıladılar.

Takiyeci AKP tarikatı, bu kiralık askerleri, uygun gördükleri yerde, kulaklarından tutup trenden aşağı fırlattı. Kullanılmış tuvalet kâğıdı gibi.

Şimdi, gözümüzün içine baka baka, kandırıldıklarını, aldatıldıklarını söylüyorlar. Utanmadan!

Gezi Parklarından sonra yeni hesaplar yapmaya başlamışlardır artık!