Yandex
08 Mart 2025 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Muhafazakârlık değil; büyük zihniyet reformu…

Muhammet Nur Doğan

Muhammet Nur Doğan

Gazete Yazarı

A+ A-

Zaman zaman Devlet nezdinde gündeme getirilen şu üç kavram, bugün milletimizin karşı karşıya bulunduğu büyük fitnenin üç çatallı kökünü anlatıyor:

Etnik milliyetçilik;

Dinsel milliyetçilik;

Bölgesel milliyetçilik...

Etnik milliyetçilik; bir insan soyunun diğer bütün soylardan üstün olduğunu savunma anlamında yeryüzünde büyük felaketlerin, savaşların, acımasız soykırımların nedeni olmuş ve küresel emperyalizmin insanlığa dayattığı faşist anlayışın sözde kültürel arka planını oluşturmuştur.

Dinsel milliyetçilik; aslında dünya ölçeğinde büyük birliğin, kardeşliğin ve aynı yaratıcı gücün ruhunu birlikte taşımanın güzelliğini insanlığa sunması beklenen “din” kurumunun, ideolojiye dönüşerek siyasallaşması sonucu, çatışmanın, düşmanlığın, ötekileştirerek şeytanlaştırmanın vesilesi hâline gelmiştir.

Bölgesel milliyetçilik ise bir barış ve dayanışma yurdu olması gereken dünyanın şeytani planlar ve emperyalizmin azgın iştihası doğrultusunda bölücülük, sömürü, çatışma ve terör coğrafyasına dönüştürülmesidir.

Bunlar terör ve bölücülük cehenneminde küresel hegemonik güçlerin dikip yeşerttiği zakkum ağacının kökleri olup; milletimizin geleceğinin bahçesine düşmüş uğursuz gölgesi şeytan başına benzeyen ağılı meyveleri ile varlık toprağımızı ifsat etmektedir.

Bu zakkum ağacının üç çatallı kökü insanı tanrılaştırmayı, başka bir deyişle, beşeriyete tapınmayı esas alan hümanizmanın bataklığından nemalanmaktadır.

O hâlde, bu üç büyük fitne ile savaşmanın yolunun, onları besleyen ana damarları kurutmaktan geçtiği anlaşılmalı ve gereken önlem mutlaka alınmalıdır.

Bu da bize, bütün Tanrı elçilerinin getirdiği, insanlık açısından özgürlük manifestosu anlamını taşıyan “tevhid” (kozmik birlik) ışığının olanca saflığı ile insanlığın bilincine tekrar ve tekrar sunulmasının önemini hatırlatır.

Meselenin aslı; yalnız Tanrı’ya kul (insanlığa hizmetkâr) olarak bireysel, bölgesel, mezhebî ve etnik çıkar putlarından arınmak ve yeryüzünü bütün insanlık ailesi için bir selam/barış/esenlik yurdu hâline getirebilmektir.

Bunun için “muhafazakârlık” gibi kadim çürümüşlüğün kokuşmuş elbisesinden sıyrılıp sorumluluk bilincinin gül kokulu libasına bürünmeliyiz.

Çünkü “muhafazakârlık” bugün derli toplu bir ideolojik program olmaktan çıkmış; öğrenilmiş çaresizliğin, utangaç teslimiyetçiliğin aldatıcı bir resmine dönüşmüştür.

Bu durumda, birey ve toplum nezdinde dertlere derman olabilecek çağrı etnik, bölgesel ve dinsel (mezhepsel) çıkarları öne çıkarmaya değil; bütün insanlığı Yüce Allah’ın huzurunda tarağın dişleri gibi hizalanmaya, sınıfsal esaretten kurtularak yerin altındaki ve üstündeki nimetleri adilane bir şekilde paylaşmaya ve kulun kula kul olmadığı onurlu bir hayatı inşa etmeye olmalıdır.

Eğer meselemiz cihan çapındaki bu büyük davayı insanoğlunun gündemine getirmek ve onun bayraktarlığına talip olmak ise; küçük hesapları bir kenara bırakıp, koruma refleksi ile büründüğümüz “muhafazakârlık” türü kuşkulu giysilerden arınmalı; büyük düşünmenin kapılarından geçerek, hakkın kelimesini yüceltme görevini üstlenmeliyiz.

Bu da her şeyden önce kendimizle ciddi bir hesaplaşma, yenileşme, değişim ve hayra dönüşüm sürecini başlatma zorunluluğunu gündeme getirir.

Kendimizi yenilemeden toplumu değişime çağıramayız;

Yönümüzü hakka döndürmeden toplumu ve insanlığı iyiye güzele doğru dönüştüremeyiz;

İyi-kötü, güzel-çirkin, haklı-haksız neyimiz varsa, bunları anlamsızca korumayı dünya görüşü hâline getirerek de insanlığa köklü değişimin güzelliklerinden söz edemeyiz.

Haydi dostlar; korkmadan, çekinmeden, cesaret kemerini kuşanarak yüreğimizi evrensel gerçeğe açalım; yaşamak için, var olmak için, yeniden dirilişin ölümsüzlük suyuna ulaşabilmek için kendimizi BÜYÜK ZİHNİYET REFORMUNA hazırlayalım!

Gözlerimizi aklın, bilginin ve hikmetin ışığı ile aydınlatıp, fıtratın ayarlarına dönüşün yoluna koyulalım.

Başka çaremiz yok!

Çaresizlik ise çare değil!

Milliyetçilik