Münih Güvenlik Konferansı: Temel sorun, Atlantik düzeninin restorasyonu
Atlantik İttifakı’nın en önemli etkinliklerinden biri olan Münih Güvenlik Konferansı’nın bu yılki toplantısı 17-19 Şubat günlerinde yapıldı. 59’uncusu düzenlenen toplantıya 100’ü aşkın ülkeden yaklaşık 40 ülke lideri, bakan, diplomat ve uzman katılıyor. Almanya’nın Münih kentinde toplanmasına rağmen, 1963 yılından beri düzenlenen toplantıların esas işlevi Avrupa ülkelerini NATO çıpasına sıkı sıkıya bağlamak.
'BATISIZLAŞMA' SORUNU NASIL ÇÖZÜLECEK?
Özellikle son 4 yıldır düzenlenen toplantıların esas gündemi, Atlantik’in karşısında Asya’nın yükselişine karşı neler yapılacağı sorusu etrafında şekilleniyor. Her yıl Konferans çerçevesinde bir ana rapor hazırlanıyor. 2020 yılında hazırlanan raporun ana teması “Dünya gittikçe daha az Batılı hale geliyor!” idi. Raporda, “Batısızlık” diye yapay bir kavram ortaya atılmıştı. Bu kavram ile Batı’nın liberal değerlerinin dünyada hükmünün kalmadığı saptanmıştı. 2019 yılı raporunda da temel sorun “uluslararası sistemin yeniden düzenlenişi”ndeki sancılar olarak gösterilmiş ve “liberal dünya düzeninde bir yönetim boşluğu”ndan söz edilmişti. Bu yılki raporun başlığı ise “Re:vizyon”. Burada bir kelime oyunuyla, hem dünyadaki revizyonist yani statükoyu bozan/düzeni değiştiren güçlere işaret ediliyor hem de Batı’nın liberal düzeninin yeniden canlandırılması vurgulanıyor. Raporun girişinde şu sorular ortaya atılıyor:
“Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşının sonuçları nelerdir? Dünya revizyonist (mevcut düzeni değiştiren) bir ana mı tanık oluyor? Uluslararası düzenin geleceği için farklı vizyonların küresel rekabetindeki ana fay hatları nelerdir? Liberal, kurallara dayalı bir düzen vizyonunu savunan koalisyon nasıl genişletilebilir ve güçlendirilebilir?”
HEDEF ÇİN
Rapor, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesine göndermeler ile başlamasına rağmen döne döne Rusya-Çin ortaklığına ve her iki ülkenin gelişen dünyadaki etkisine dikkat çekiyor. Ancak, Rusya ile sıcak savaştan daha fazla Çin’e odaklanıyor. İnsan hakları, küresel altyapılar, uluslararası ticaret, enerji ve kalkınma işbirliği, serbest piyasanın karşısında devletçi uygulamalar, silahlanma ve nükleer enerji başlıklarında, esas amaç olarak Çin’in öncülüğündeki gelişen dünyanın “durdurulması” işleniyor.
Raporun ana fikri, ABD’nin Avrupa’ya ve bütün dünyaya dayatmak istediği cepheleşme üzerine kurulmuş. Şöyle deniyor:
“Rusya ve Çin, otokratik liderlerin çıkarlarının liberal-demokratik değerlerin önüne geçtiği bir uluslararası düzen versiyonunu destekliyor. Liberal demokrasiler yavaş yavaş bu tehdide karşı uyanıyor. Liberal vizyonun savunucuları, revizyonist meydan okumanın temel niteliğinin farkına varır ve makbul bir uluslararası düzene ilişkin kendi vizyonlarını hızla yeniden canlandırırlarsa etkili bir şekilde karşılık verebilirler.”
Peki tek başına farkına varmak yeterli mi? Rapora göre, “düzen değiştirici” Rusya ve Çin’e karşı mücadelede başarılı olmak için “küresel güney”i de kapsayan daha geniş bir koalisyona ihtiyaç var:
“Bunu savunanların başarılı olabilmesi için liberal demokrasilerin küresel koalisyonunu beslemekten daha fazlasını yapmaları gerekir. Aynı zamanda liberal düzenin temel ilkelerini aktif bir şekilde savunmaya istekli daha geniş bir koalisyon oluşturmalıdırlar. Bu da ‘Küresel Güney’deki pek çok ülkenin mevcut düzene karşı duyduğu meşru kızgınlığa gereken saygının gösterilmesini gerektirmektedir. Sadece statükoyu savunmak işe yaramayacaktır. Statükoyu yeniden tasavvur etmeleri gerekir.”
Söylenen, bir yandan mevcut düzeni, Güney ülkelerini de “ikna edecek” bir şekilde restore etmek. Aslında bu bir çözümsüzlük itirafı niteliğinde. Atlantik’in “ikna” yöntemi ise her zaman olduğu gibi sopa. Belirlenen hedefe ulaşmak için bu aşamadaki uygulama NATO’nun genişlemesi. Washington, NATO’yu yükselen Asya’ya karşı küresel düzeyde kullanacağı bir savaş aleti haline getirmeye çalışıyor.
TÜRKİYE DE MASADA
Nitekim Münih Güvenlik Konferansı’nın öncelikli gündemlerinin başında NATO’nun doğuya doğru genişlemesi de bulunuyor. ABD’nin acil gündemini bu konferanstan iki gün önce Ankara’ya gelen NATO Genel Sekreteri Stoltenberg dile getirdi: “İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini onaylayın”. Ancak Batı’daki genel görüş, Türkiye’deki seçimlere kadar bunun olası olmadığı yönünde. Bu durum, Konferans’ta Türkiye’nin NATO’daki konumunu önemli bir tartışma başlığı haline getiriyor. Aynı zamanda Türkiye’nin Rusya ile olan stratejik ortaklığı da Atlantik cephesi açısından çözülmesi gereken önemli bir sorun olarak görülüyor. Batı’daki genel eğilime göre, ABD ve NATO’nun demokrasi/otokrasi cepheleşmesinde Türkiye, Rusya ve Çin ile birlikte otokrasilerin yanına çoktan yerleştirilmiş durumda. Buna karşın her ne kadar genel bir sertleşmeden söz etmek mümkünse de, Türkiye’yi Atlantik’e çıpalı tutmanın yollarını arayan bir yaklaşımın hakim olduğu söylenebilir. ABD’nin Türkiye politikasında bu çerçevede, eskiden olduğu gibi yakın ve bütünsel konuları içeren bir ilişkinin değil ama soğuk/mesafeli bir müttefiklik vurgusuyla ve tek tek belli konularda müzakerelerle ilerleyen bir yöntemin benimsendiği söylenebilir. Belirlenen strateji şu: İttifak’tan kopmasına izin vermeyecek bir dengeyi sağlayacak şekilde Türkiye’nin üzerinde baskı kurulması. Türkiye’nin etrafındaki ABD’nin kuşatmasını bu gözle değerlendirmek gerekiyor.