Mustafa Kemal ile Feride
1921, yaz. Üzerinde Ateşten Gömlek, inim inim inliyor memleket. Savaş bir yandan, fakirlik öte yandan, tarumar. Yıl 1921, yangın yeri. Kemal Paşa çatışmada yaralanmış; Akşehir’de bir evde dinlenmekte. Taarruzu planlıyor. Mermi vızıltısı, bombalar uğuldamakta kafasında. O yaz, Vakit Gazetesi’nde Çalıkuşu tefrika ediliyor, roman. Konu: Gencecik Feride’nin Anadolu’ya geçişi. Yeni Türk edebiyatı ilk kez çıkıyor İstanbul dışına. Yazarı, Reşat Nuri diye biri, gençten, otuz üç yaşında. Kemal Paşa tefrikayı çok seviyor. Hatta devrimden sonra bu genç adama, “çok ağrım vardı, senin Çalıkuşu’nu okurken hafifledi” diye anlatıp üzerinde Gazi yazılı altın yaldızlı sigaralardan hediye ediyor.
KONU TÜRKİYE OLUNCA HEPSİ BİRLEŞİR
Gece çok içtiğinden yeni ayılan liberal solcu, Şeyh Sait heykeli meraklısı özgürlükçü veya Risale-i Nur okumaktan dünyası kaymış gözü yaşlı sümüklü, şu ince hatıra karşısında, “efendim halk fakirlikle inlerken altın yaldızlı sigara içmişler” diye köpükler saçabilir. Reşit Galip’in, kızı için yazdığı Andımız yüzünden bile on gündür helak oldular, gördün. Konu Türkiye olunca hepsi birleşir!
Çocuklarımız yağmurda üşür dediler; oysa yüz yıldır kışın bahçede tören yapılmıyor. Otuzların Nazi artığı bu diye ağladılar. Tarihselliği kavrayamamış zihin, köleci olduğu için Aristo’yu da okumamalı o zaman. Şunu öneren görüldü: Türküm doğruyum demeseymiş çocuklar, Andımız’ın başında, kim nereliyse onu söyleseymiş: “Annem Kürt, babam Boşnak, doğruyum, çalışkanım” mesela! Sanki Reşit Galip, “sadece” Türkler doğru ve çalışkan, Ermeniler yalancı ve tembel diyor! Ancak sosyal medyada can dostlarıyla yapabildikleri devrimi, yapılmış devrim olan cumhuriyetten hep üstün görmüş fevkalade hümanistler de varlıklarını milletine değil insanlığa armağan etti. Sanki milleti için çalışan, insanlıktan bağımsız iş görüyordu.
ANADOLU MÜCADELESİNİN YENİ BİR ZAFERİYDİ
Geçelim. Kemal Paşa’nın okuduğu Çalıkuşu’na dönelim. Genç cumhuriyetin Türk İnkılabı Eşsizdir diye bir sloganı vardı. Nasıl eşsizmiş, edebiyat penceresinden bakalım: Yirmilerin başı, işgal ve savaş süreci, Nurullah Ataç’ın, “İzmir dense herkesin gözlerinin yaşardığı” zamanlarda öyle ünlenir ki Feride, Cevat Dursunoğlu aktarıyor; İstanbul’dan Anadolu’ya geçen her subayın çantasında bir adet bulunurdu.
Profesör Birol Emil’e bak: “Çalıkuşu’nun ne kadar tam zamanında bir ihtiyaca cevap verdiği de düşünülmelidir. İstanbullu Feride’nin, Anadolu’da karşılaştığı her çetin güçlüğü biraz daha vakarlı, haysiyetli, iradeli yenişi sanki Anadolu mücadelesinin yeni bir zaferiydi ve 1922’lerin Türk okuru böyle bir zafere fazlasıyla muhtaçtı...” Bugünün okurunu - yazarını geç. Onların çoğu her şeye sahip, hiçbir şeye muhtaç değil, ruhlarını kavuran öyle az şey var ki çağdaş romanımızın büyük kısmı, yüz yıl önce yazılmış Çalıkuşu kadar değil okunmak, hatırlanmayacak bile!
PAŞANIN UFKUNU AÇMIŞTIR
Feride’nin romanında Gazi, halkın yaşamı, inançları, eğitim sisteminin bozukluğu, aydınların umursamazlığını apaçık saptar. Romancının üstün gözlem yeteneği, paşanın ufkunu açmıştır.
Kızımız, teyze evinden ayrıldıktan sonra elinde Fransız okulunun diploması, öğretmenlik için, eğitim işlerine bakan Nezaret’e gider. Burada her şey karmaşıktır. Dönemin kurumlarından okullarına dek milli eğitim çarkının roman üzerinden izlenebilen sorunları, Gazi’ye Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu işaret edecektir. O sırada Feride, Nezaret’te okuldan arkadaşı Kristiyan ile karşılaşır, buradaki konuşmalar kıyafet devriminin habercisidir.
Reşat Nuri, bayan mı denecek kadın mı, umursamaz ama romanında kadınlar çokluk koca eline bakar, evlenmek için rızaları sorulmaz; kadın yalnız yaşıyorsa farklı bakılır; kız çocukları birçok yerde okula gönderilmez. 17 Şubat 1926, Medeni Kanun!
Romandan bir diyalog:
“- Efendim, Avrupa’da güzel bir âdet vardır. Baba adını da ilave ediyorlar. Daha muvazzah bir isim olur. Siz muallimler, bu yenilikleri tatbik edivermelisiniz. Faraza künye defterine talebenizi, Melahat babası Ali Hoca, diye yazacağınıza, Mehalat Ali deyiverirsiniz, olur biter. Anlaşıldı mı, efendim? Pederinizin ismi?”
- Nizamettin.
- Efendim, size Feride Nizamettin diyeceğiz. Bu şekil size birdenbire garip görünür ama alışırsınız.”
Alışamadılar. Hiçbir devrime kolay alışmadılar, hâlâ inildeyerek tartışıyorlar ama 24 Kasım 1934, Soyadı Kanunu!
GÜÇLÜ ROMAN, DEVRİM FİŞEĞİ BİLE ATEŞLER
Gazi bunları bilmez, Güntekin’den öğrendi demiyorum; güçlü roman, devrim fişeği bile ateşler diyorum. Çünkü iyi edebiyat ateştir. Yarın cumhuriyetimizi kutlayacağız. İstiklal Marşımız, Andımız gibi “bizim” olan cumhuriyeti... Bizdir çünkü.
Bir de not! Atatürk “şey”lerine bağlı kalayım ama solculuğum lekelenmesin diye “Andımız bugünü karşılamıyor” ağzı yapmak sahtekârlıktır ey okur! İnsan inandığını savunurken günü karşılar mı diye bakmaz! Var mı, niye var, neden olacak diye düşünür. Diğer türlü düşünürsen “korkma” diye başlayan İstiklal Marşı’nı da bugün gereksiz sayabilir, haftada iki kez çocuklarımıza söyletilip “körpe zihinler” barış ve sevgiden uzaklaştırılıyor gibi argümanlar üretebilirsin.
İLELEBET TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Açık olayım. Kimse andı, marşı bahane etmesin. Bu ülkede bir kısım insanın Türklükle derdi vardır. Fakat yurtdışına kaçsa bulunduğu ülkenin marşını yırtınarak okur; Amerikan bayraklı battaniyeyle örtünür, ne gam! Bu takımın iyice tuhaf olanları Berlin barlarında bira içip Türk’ten başka herkese milliyetçilik hakkı tanıyan ezilen ulus milliyetçiliği sakızı geveler. Oysa iş “Türk devletinin” marşına gelince her şey faşistliktir. Gelgelelim Gazi’nin önerisi ırka dayalı değildi, Türkler binlerce yıllık tarihlerinde milletliği koruyup ırkçılık gütmemiştir. Tersini merak eden Batının sömürge tarihine bakar. Bakıp da anlamayan cahil ya da kötü niyetlidir. Emperyalizmin çabasına rağmen yeryüzünde ulus devlet vardır, insanların neye göre ulus sayıldığını da ortak dil, vatan, iktisat ve kültür belirler. Bu kategoriler bizi, biz edenlerdir. Ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, varlığını oluşturan simgeleri de kusura bakılmasın, “ölümüne” kullanacaktır.
Baylar bayanlar, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz. “Biz” edeceğiz! TGB’li kardeşlerim de 29 Ekim’de saat 15’te, Birinci Meclis önünden hareketle yürüyüş düzenliyor! İlginize. Haftaya görüşeceğiz!