Müzeler hep içten mi soyulur?
Daha önce de buna benzer bir başlık atmıştım. Demek ki müzelerimizle ilgili her hangi bir sevimsiz durum olunca böylesine bir başlık atmak sanırım pek şaşırtıcı olmayacak. Resmi bir veriden daha çok gazetelere yansımış benzer olaylar değerlendirildiğinde, gerçekten de müzelerdeki tüm olumsuzlukların odağında dışardakilerden çok içerdekiler karşımıza çıkıyor. Daha açık ve net bir söyleyişle: müzeler ne yazık ki hep içten birileri tarafından soyuluyor. Ya da soyulan müzelerdeki suçluların büyük bir kısmını müzeciler oluşturuyor.
Elbette ki tüm müzecileri potansiyel bir suçlu gibi değerlendirmek çok yanlıştır. Bu mesleği seçenlerin neredeyse yüzde doksan dokuz buçuğu bu işe ömürlerini vermiş ya da vermeye hazır olan kişilerdir. Eğer müzelerimiz uluslararası arenada bir dizi övgüler alıyorsa, bu övgülerde en büyük payı hiç kuşku yok ki müzecilerimizdir. Çünkü müzecilik, her şeyden önce bir sevda, bir tutku mesleğidir. Sevilmeden yapılması asla söz konusu değildir. Onun için sözümüz, asla bunun eğitimini severek yapmışlara değil, aksine; onların saygınlığını, kişisel hırs ya da çıkarları yüzünden kötüye kullanmaktan kaçınmayan, liyakatsiz, haysiyetsiz kişileridir.
Çok uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Önünüzdeki bilgisayarın tuşlarına, müze ve soygun/hırsızlık/yolsuzluk diye yazdığınızda, ekrana gelen haberlerin çoğunda müzelerin dıştan mı yoksa içten mi soyulduğuna ilişkin birçok bilgiyi bulabilirsiniz. Bu konuda arkeoloji müzeleriyle resim-heykel müzeleri adeta birbirleriyle yarıştı. Tek farkları ise; arkeoloji müzelerindeki suçlular çoğunlukla müdür seviyesinde olurken, resim ve heykel müzelerindekiler ise çoğunlukla en alttakiler.
Geçtiğimiz günlerde de “müzeler içten soyulur” geleneği bozulmadı. Aydın İl emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince 7 aydır yapılan fiziki ve teknik takibin ardından başta Aydın, Ankara, Kayseri ve Mersin olmak üzere birçok ilimizde eş zamanlı bir operasyon gerçekleşti. Operasyon sonucu yakalanıp gözaltına alınanların arasında Aydın Arkeoloji Müzesi müdürü ile yardımcısı da yer alıyordu. Bu kişiler; orijinal olarak ele geçirilen eserleri sahte olarak kayıt altına aldıkları ve sonrasında orijinal eserleri elden çıkarma iddialarıyla suçlanıyorlar.
Aydın müzesinde yaşanan bu son olay, bizlerin benzer iki olumsuz olayı anımsamamıza neden oldu. Biri 13 Ocak 2020 tarihinde intihar eden Gaziantep’teki Zeugma Mozaik Müzesi’nde görevli olan arkeolog Merve Kaçmış’ı, diğeri ise Uşak Müzesi müdürünün Karun hazinelerinden bir parçayı sahtesiyle el değiştirerek satması ya da çalması. Merve’nin ölümünden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan raporda, bir dönem müzede görevli olan ve daha sonra tayini çıkan başka bir arkeoloğa zimmetli, envantersiz ve kayıp eserlerin Kaçmış’ın üzerine zimmetlenmek istendiği ortaya çıktı. Ama olan olmuş, mesleğe yeni başlamış olan genç kızımız bu baskılara dayanamayarak yaşamına son vermek zorunda kalmıştı.
Bu anımsanması bile insana acı veren örnek, aslında kimi müzelerimizde yaşanmış ve bundan sonra da yaşanması olası olan birçok olayın özeti gibi. Bazen kol kırılıp yen içinde kalmıyor, Merve örneğinde olduğu gibi suyu yüzüne çıkıyor. Ya çıkmayanlar…
Sonunda her şey gelip liyakate, müzecilik gibi kutsal bir mesleğin kimlere emanet edildiği gerçeğine dayanıyor. Yine hatırlarsınız; İstanbul’da büyük ama çok büyük bir müzemizin başında olan bir zat, müzedeki koltuğu kendi odasına götürmüş, olay skandal boyutlarına ulaşmıştı. Sonra bu zatı ceza olarak Konya’da yine büyük bir müzeye tayin ettiler. Orada da uslu durmadı, yardım kutuları içindeki paraları çaldığı tespit edildi. Bu kez yine sürüldü. Nereye mi? Anadolu’daki arkeoloji müzelerinden birine.
Daha geçenlerde el değiştiren Türkiye’nin gözbebeği bir arşivin/müzemizin bile envanterinin olmadığı ortaya çıktı. Teslim eden de, teslim alan da buna hiç ama hiç şaşırmadı… Yarın öbür gün bu eserlerin yok olduğunu gördüğümüzde biri ben teslim ettim diyecek, öbürü ise ben almadım. Gel işin içinden çık çıkabilirsen…
Şimdi oturup da, müzeler niye hep içerden soyuluyor diye uzun uzadıya düşünelim mi?