Naapıyon oolumm sen?
İstanbul... Beyoğlu... Akşam alacası... Çukurcuma’dan yokuş yukarı İstiklal Caddesi’ne doğru çıkıyorum... Karşıdan birbirinin elini sıkı sıkı tutmuş genç bir çift geliyor... Kızın üzerinde “döpiyes” diye adlandırılan oldukça şık bir takım elbise var. Asıl dikkat çekici olan ise kızın eteği. Çünkü alabildiğine mini... Kız ise çok güzel ve eteği çok yakışmış... oldukça da hanımefendi görünüyor... Erkek arkadaşı ya da eşi ise o da siyah takım elbiseli... beyaz bir gömlek var ceketinin altında... gömlekte papyon kravatı... ve bakımlı top sakallı... Delikanlı da oldukça beyefendi ve o da en az kız kadar dikkat çekici ve oldukça yakışıklı...
Yani -hani ne derler?- maşallah genç çiftimiz birbirine pek yakışmışlar? İkisi de gıpta edilecek denli pek modern ve terbiyeli görünüyorlar... Ya iş çıkışı ya da bir özel davet ya da törenden çıkıp buluşmuş ve evlerine gidiyor olmalılar?
Oradan İstiklal Caddesine çıkıyorum... Cadde her akşam olduğu gibi aşırı kalabalık ve cıvıl cıvıl... Kalabalığı yara yara Taksim’e doğru yürüyorum... Az ileride sol tarafta tıpkı bir önceki genç çiftimizle yine aynı yaşlarda görünen bir başka çift dikkatimi çekiyor... Yeni restore edilip otele çevrilmiş tarihi bir binanın giriş kapısındaki merdivenlere iç içe birbirine sarılmış olarak el ele oturmuşlar... Kız başını erkeğin göğsüne yaslamış ve bir eliyle de sanki “elinden alacaklar”mış gibi onun gövdesine tutkuyla sarılmış... Dünya umurlarında değil sanki... Şaşırtıcı olan burada kızın baştan aşağı siyahlar giyinmiş türbanlı bir kız olması... kız tıpkı bir önceki kız kadar oldukça güzel bir kız... her haliyle gözlerinin içi gülüyor... Sıkı sıkı sarıldığı delikanlı ise o da bir önceki çiftteki erkek kadar alabildiğine düzgün ve bakımlı bir top sakala sahip ve o da çok yakışıklı...
Hayır hayır bu iki genç çiftimiz de İstiklal caddesini dolduran farklı ülkelerden gelmiş Arap’lardan değiller. El ele tutuşmaları da, yürüyüşleri, oturuşları ve birbirine sarılışları da dahil her halleriyle Türkçe konuşup gülüşüyorlar ve bir tür hafiften bizim kültürden oynaşıyorlar çünkü.
Başlığa aktardığım “Naapıyon oolumm sen?” biçimindeki o yarı oynaşmalı alabildiğine masum ve doğal güler yüzlü, eleştirel tonlu sorgulayıcı sözü yokuş aşağı inen mini etekli o güzel ve modern kız sıkı sıkıya eline tuttuğu o papyonlu erkeğe söylüyor konuşurken...
Merdiven basamağındaki çiftte de yaklaşık aynı doğallıkla konuşan da yine kız olan türbanlı.
Yani iki çiftte de konuşanlar ve harekette atakta olanlar kızlar. Ne hoş ve umutlandırıcı...
Sakın bu iki yaşamsal örneği ele almış olmam, söz konusu davranışları ya da kullandıkları dil ve söylem üzerinden bir eleştiri ya da küçümseme olarak anlaşılmasın! Aksine her ikisini de kendime çok yakın bulduğum gibi onlara her halleriyle gıpta bile ettiğimi söylemekten kaçınmam.
Aslında görünen Türkiye’yi son 20-30 yıldır ikiye bölmekle sonuçlanan iki farklı iç içe kültürün yaşamlarımızdaki tipik tezahürleri bir bakıma.
Her iki durum tezahürünü de öne taşımamın nedeni, simgesel olarak tamamıyla Amerikancı ve AB’ci neoliberal devşirmecilerin söz konusu süreç boyunca sık sık “tıkandı” dedikleri bir “modernlik” eleştirisi ve elbette en az bu kabuk “kuramsal düşünce” ve davranış (form) kadar aynı zamanda birer “dil”, “söylem” merkezli bir “kriz” olarak görmek ve bunu konuşmak istemem yüzünden aslında. Yani hem yaşamsal ve kültürel, hem biçimsel ve içerik hem de ideolojik ve muhtemel bir gelecek kuramı olarak elbette...
TEŞVİKİYE’DE BİR SANAT GALERİSİ
Yine aynı akşamın devamı... Teşvikiye’de bir galeriye gidiyorum... Galeride “ Su - Hamam - Arınma” başlıklı karma bir sergi açılış kokteyli var... Serginin adına dikkatinizi çekerim: sipariş versen denk düşmez ve olmaz. Bir önceki iki farklı kültürden genç çift üzerinden dikkat çekmeye çalıştığım durum çelişkisi nedeniyle konulmuş sanki serginin kavramı? Serginin küratörü ise yakın bir arkadaşım... yüzünde yarı kırık boş bir hüzünle çağrılı konuklarını karşılıyor...
Galerinin sahibi ise bir sanatçı ve yine yakın bir arkadaşım... Yakından biliyorum: çoğunlukla cebinden harcayarak yılmadan bıkmadan yıllarca saygın bir sanat galericiliği yaptı ve yanı sıra da sanat kültürü gelişip yaygınlaşsın diye bir de sanat - kültür dergisi yayımladı. Son yılların ekonomik ve kültürel sıkıntıları yüzünden ise yılların dergisini kapatmak zorunda kaldı. İnternet ortamına geçmek için mali destek arıyor anladığım. Fakat Türkiye’nin sokulmuş olduğu son ekonomik durum buna el verecek gibi değil.
Açılışa katılanların neredeyse tamamı ya serginin sanatçıları ile onların eş dostları ya da benim gibi diğer çağrılı konuk sanatçılar ve sanat kültür insanları. Herkes birbirini tanıyor... herkes birbirine yarı yakın yarı mesafeli bir bakış ve yarı resmi bir gülümsemeyle bakıyor... Sanatın diğer güncel kesimlerinden ya da normal zamanların sanatseverlerinden ya da koleksiyonerlerden pek kimse yok gördüğüm kadarıyla...
Sergilenen eserler ise tıpkı biraz önce sözünü etmiş olduğum iki farklı kültürden genç çift gibi: görünüşte “akademik modern” ya da “naif tutucu”, fakat buna karşılık kullanılan malzeme, dil ve söylemleri oldukça akademik, geleneksel sahici ve doğal...
Konuk izleyiciler ise duvardaki resimlere fazlaca bakmıyorlar sanki? İnceleyip sorguladıklarına yönelik pek bir bakış görmeye çalışıyorum... Ben mi göremiyorum ya da yanılıyor muyum bilemiyorum doğrusu... Fakat sanat her şeye rağmen devam ediyor...
Daha fazla kalmıyorum... kalamıyorum... çıkıyorum...
Dışarıda sokakta da çevredeki apartmanlarda da hayat devam ediyor... Artık tam akşam...
Karşıdan üç genç kız geliyor: elleri marka çantalarla dolu... Biri telefonla biriyle konuşuyor... Karşısındaki kim ise ona “bugün de bir Nişantaşı sefası” yaptığını anlatıyor...
(Devam etmek istiyorum!)