23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Namaz varken derse ne gerek?..

Çetin Susan

Çetin Susan

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye’nin “spor akademisi” ile tanışması, 1975 yılının ocak ayında gerçekleşti. Ankara’daki 19 Mayıs Gençlik ve Spor Akademisi, 900’ü aşkın aday arasından sınavla alınan 60 erkek öğrenciyle öğretime başladı. YÖK-mök icat edilmemişti henüz, okul Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlıydı. Bakan, geçtiğimiz günlerde vefat eden eğitimci Zekai Baloğlu; Başbakan, Yaşar Doğu Spor Salonu’ndaki açılış töreninde ilk dersi veren Prof.Dr.Sadi Irmak’tı.

İlk akademi başkanı olan, Dr.Necmettin Erkan’ın sürecin tamamına çok emeği geçmişti. Asker kökenli, çok değerli bir akademisyen olan Erkan, 12 Eylül sonrası, SODEP kurucusu olarak askeri cunta tarafından veto edilecekti. Necmettin Hoca öyle özeniyordu ki okuluna, akademik kadrosu, Ankara’nın değişik üniversitelerinin en değerli hocalarından oluşuyordu. Örneğin, anatomi dersleri için, öğrenciler Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne taşınıyor, oradaki kadavralar üzerinde alıyorlardı dersi. “Yok”tan kaynak yaratıp, kayak eğitimi için Uludağ’a götürüyordu okulu. Önlerinde bâkir bir istihdam alanı olduğunu düşünen öğrenciler de, onları bilimle donatan hocalar da, memleketin yerlerde sürünen sporunun bu yolla ayağa kalkacağını düşünen gerçek spor insanları da, herkes mutluydu, umutluydu.

3 ay geçmemişti ki, hükümet değişti. Süleyman Demirel’in başbakanlığında, I.Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. İlk icraatlarından birisi de, İstanbul ve Manisa’ya plansız, projesiz, tamamen politik gerekçelerle iki spor akademisi daha açmak oldu. İşte o gün, “mutlu ve umutlu” olanlar pembe rüyalarından uyandı; “Burası Türkiye”ydi ve bu tanımda saklı olanları değiştirmek, hiç de kolay değildi.

Her yer üniversite / her yer işsiz

1975’te Türkiye nüfusu 40.3 milyon kişiydi, bugün 76.7 milyon. Kabaca, ikiye katlandı diyelim. Oysa, 40 yıl önce 30’u bulmayan üniversite sayısı, bugün 200’e dayandı. Nicelik pek parlak da, nitelik ne âlemde? Ağaç deyince aklına odun gelenler, üniversiteyi de beton olarak algıladıklarından, çoğunun 4 duvar 1 çatı olduğuna bakmaksızın, “194 adet üniversitemiz var” diye böbürleniyorlar sağda solda. Bunların kaçında -spor akademilerinin yerini alan- beden eğitimi ve spor yüksek okulu(BESYO) var, bilmiyorum.

Ama şunları biliyorum: Atama bekleyen toplam öğretmen sayısı 350 bin kişi, Milli Eğitim’in ihtiyacıysa 125 bin olarak açıklanıyor. Ne planlama ama!.. Diğer yandan; beden eğitimi öğretmeni açığı 5 bin 500 kişi civarındayken, 4 katından fazlası kapıda bekliyor. Sadece, 4+4+4 mağduru yapılan 4 bin 270 sınıf öğretmeni, “yan alan” icadıyla beden eğitimi öğretmenliğine geçiş yaparak, bekleyenlerin ümidini daha da kırmış durumda. Kapıdaki bu binlerce öğretmen, “IMF’ye borç veriyoruz artık” masalını okuyanların kulaklarını çınlatıyorlardır herhalde...

Hükümetin son kazığı

Olimpiyata talip olan, almayınca, o kaynağı sporda başarı için harcayacağını resmen açıklayan hükümetin son numarası; Meslek, Anadolu Meslek, Teknik, Anadolu Teknik liselerindeki haftalık 2’şer saat ve Anadolu Sağlık Meslek liselerindeki 1’er saatlik beden eğitimi derslerini, 28 Ocak’ta külliyen kaldırmak oldu! Gelişme üzerine, Türk Eğitim Sen, Danıştay’a yürütmenin durdurulması talebinde bulundu. Taleplerini, Anayasa’nın 56.maddesine ve 1739 sayılı Milli Eğitim Kanunu’na dayandırdılar. Diğer sakıncaları sıraladıktan sonra, çok sayıda öğretmenin norm fazlası olarak mağdur olacağını belirttiler.

Birçok ilde sokaklara çıkıp, “Beden Eğitimi Dersime Dokunma” protestoları yapan beden eğitimi öğretmenleri, Federasyonları aracılığıyla bir de bildiri yayımladılar. “4+4+4 ile daha ilkokulda, çocukların beden eğitimi dersiyle ilgilerinin kesildiği”ne vurgu yapılan bildiride, “Çoğunlukla dar gelirli ailelerden gelen meslek liseli öğrencilere, haftada 2 saat beden eğitimi dersi ile deşarj olmayı, oynamayı, sportif kültür kazanmayı, sosyalleşmeyi, ergenlik çağında çok önemli olan fiziksel ve sosyal anlamda kendini ifade edebilmeyi, öz yönetim yetisini geliştirmeyi, sağlığını korumayı çok gören bir anlayışın neden olduğu çok yönlü zararlara” değinildi. Madde bağımlılığının ilkokullara indiği, hareketsiz yaşama bağlı rahatsızlıklardan şikayetçi olanların hastaneleri doldurduğundan bahisle, okullarda kazanılan beden eğitimi ve spor alışkanlığının önemi hatırlatıldı.

Bunlar, öğrencileri yetiştiren öğretmenlerin görüşleriydi. Bir de bu öğretmenleri yetiştiren akademisyenlere kulak vermek istedim. Abant İzzet Baysal Üniversitesi BESYO Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr.Gülsen Özcan da, Milli Eğitim’in kararına anlam veremeyenlerdendi. “Dehşetle karşılıyorum. Mantıkla, akılla ilgili olduğunu düşünemiyorum. Her yere okul aç, öğrenciyle doldur, sonra mezun olana, ‘Sana ihtiyacım yok’ de. Gençler, aileleri bekliyor, umutlarıyla oynanıyor. Ne etik, ne bilimsel buluyorum. Siyasi olduğunu düşünüyorum. Önemsiz buluyorlarsa beden eğitimini, bugün dünya biliyor ki, spor önemli bir besin. İnsanları buna kapatmaktır yapılan. Akademisyenleri de dinledikleri kanaatinde değilim” dedi.

Beden eğitimini çiz! Yerine?..

Yürütme erkini kontrol edenler bilseler güçlerinin yeteceğini, başta beden eğitimi olmak üzere resim, müzik, felsefe gibi derslerin kökünü kazıyıp; yerine namaz, fıkıh, siyer, Arapça koymazlar mı bir gece yarısı? Koyarlar, çünkü 2009-2010 ders yılında da kafayı aynı derslere takıp, takınıtılarını tüm liselerde uygulamaya koyan ve gelen tepkiler üzerine geri adım atan onlardı. Düşmanlar; bilimsel, akılcı düşünebilen, sağlıklı, yaratıcı, “farkında” kuşakları yetiştirecek derslere... Ödleri kopuyor, “birey”, “yurttaş” yetişecek diye, çünkü “ümmi” kalabalıklar, “mürid”ler lazım onlara.

Bu arada, sistemle oynaya oynaya çocukları da, velileri de, öğretmenleri de perişan ediyorlar. Spor ve sanat dersleri, hep topun ağzında. Ders çizelgelerinde değişiklik yapılacağı zaman ilk üstü çizilecek ders olarak beden eğitimi geliyor akıllarına. Oysa çoklu zeka kuramı içerisinde, bütün zeka kuramlarıyla ilişkisi olan ders beden eğitimi. Geçtik sporcu piramidinin tabanını okullarda oluşturmayı; Sağlık Bakanlığı, obeziteyle mücadele kampanyalarına para saçarken, Milli Eğitim Bakanlığı, beden eğitimi derslerini kaldırıyor!

Bunlara göre, İslam’ın emri olan namaz da bedeni terbiye etmenin yolu; hatta “yeter de artar” diyenleri var. Yetmez; nasıl ki dinin emirleri çalıp çırpmamaya, ahlakî terbiyeye yetmiyor, bedenî terbiyeye de yetmez. Böyle daha iyi anlarlar diye söyledim.

“Kaldı ki beden eğitimi dersi içinde, fiziksel gelişim olduğu gibi en az onun kadar da ruhsal ve ahlakî gelişim vardır” diyor Beden Eğitimi Öğretmenleri Dernekleri Federasyonu. Bari bu lafa kulak verip, hatanızdan dönün de, gelecek nesiller size benzemesin!