23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

NATO üyeliği ve güvenliğimiz

Fikret Akfırat

Fikret Akfırat

Gazete Yazarı

A+ A-

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliği konusunun Türkiye ile ABD arasında ikili bir mesele olmadığını söyledi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Sözcüsü Jake Sullivan da bu konunun ABD’nin bir meselesi olmadığını belirtmişti.
Oysa mesele aslında tam olarak Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilere kilitlenmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Türkiye’nin resmi yetkililerinin açıklamalarında esas vurgu İsveç ve Finlandiya’nın PKK ve FETÖ’ye olan desteklerine odaklanmakla birlikte, meselenin daha genel bir çerçeveye oturtulduğu görülüyor. Erdoğan’ın gündeme getirdiği, NATO üyelerinin Türkiye’ye ambargo uygulaması, Türkiye’ye silah satışlarının bloke edilmesi, PKK/YPG’ye destek verilmesi gibi başlıklarda esasen ABD’ye işaret ediliyor. Dolayısıyla mesele, salt İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olması tartışmasının ötesinde bütünsel olarak Türkiye-ABD ve Türkiye-NATO ilişkilerinin sorgulandığı bir süreci tetikliyor. Bu durum, Türkiye için hayırlıdır ve önümüzdeki dönemde önemli sonuçları olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin, esasen bir NATO operasyonu olan 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminden sonra içine girdiği yolda çok önemli bir dönemeçte bulunuyoruz.

TEHDİDİN KAYNAĞI

ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikalarına karşı olan bazı emekli büyükelçi ve askerler, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurusunda Türkiye’nin veto kartını masaya sürmesinin, NATO’ya üye olmanın getirdiği bir avantaj olduğunu ileri sürüyor. Bu nedenle, NATO’dan ayrılması halinde Türkiye’nin hakkında her türlü aleyhte karar çıkarılabileceğini savunuyor.
Biz de şunu soralım: 1952’de girdiğinden beri NATO, Türkiye’nin lehine ne karar vermiştir? Daha üye olmadan gittiğimiz Kore Savaşı, Türkiye’nin güvenliğini hangi bakımdan ilgilendirmektedir? NATO üyeliği ve ABD ile ikili anlaşmalarla onlarca üs ve tesisin Türkiye’de kurulmasının, Türkiye’nin güvenliği açısından herhangi bir faydası mı olmuştur, yoksa en baştaki güvenlik ortaklarımız olması gereken komşularımızla ilişkilerimizin bozulmasına, bu sayede PKK’nın büyüyüp palazlanmasına imkan sağlayarak güvenliğimizi riske mi atmıştır?
Soğuk Savaş boyunca Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne karşı ileri karakol olarak gören ABD ve NATO ülkeleri, Kıbrıs’ta Türkiye’nin karşısında yer almamış mıdır? Türkiye, 1974 Barış Harekatını yapınca ağır ambargolarla karşılaşmamış mıdır? 1990’larda Türkiye’nin PKK terörüne karşı mücadelesi, NATO üyesi ülkeler tarafından insan hakları ihlali gibi bahanelerle kınanarak, silah satış ambargolarının konusu yapılmamış mıdır? NATO’nun alan dışı müdahale konseptinin ilk uygulaması olan Yugoslavya’nın parçalanması, Türkiye’nin hangi menfaatine uygundur?
NATO’da şimdiye kadar, Türkiye’nin ulusal güvenlik önceliklerine uygun hangi karar alınabilmiştir? Şimdiye gelelim: Türkiye’nin NATO üyeliği ABD’nin PKK/YPG’ye binlerce TIR silah yardımı yapmasını, İngiltere, Fransa ve diğer NATO ülkelerinin PKK/YPG’ye desteğini önleyebilmiş midir?
Tam tersine, NATO ülkeleri, PKK’ya ve FETÖ’ye karşı mücadelesinde Türkiye’ye destek değil köstek olmaktadır. ABD, Fransa, İngiltere, tüm NATO ülkeleri, adaylık başvurusu yapan İsveç, Finlandiya hem FETÖ’nün hem de PKK’nın destekçisidir.

PKK DA FETÖ DE NATO’NUN ÇOCUĞUDUR

ABD NATO’dur, NATO ABD’dir. NATO’nun stratejik konseptlerinin tamamı, Türkiye’nin değil ABD’nin önceliklerine göre şekllendirilmiştir. ABD’nin öncelikleri ise, en genel tarifiyle, Türkiye’nin de içinde yer aldığı gelişen dünya ülkelerinin Atlantik karşısında bir ortaklık kurmasını önlemektir. İttifak üyesi olarak Türkiye, daha en başından itibaren kendi aleyhine kararlara onay vermiştir.
En önemlisi ise, NATO’nun ülkeler arasındaki güvenlik ilişkilerini düzenleyen salt bir askeri pakt olmayıp, aynı zamanda siyasi bir organizasyon olmasıdır. Bu yönüyle NATO, üyesi ülkelerin askeri örgütlenmesinden, siyasete ve ekonomiye bütün politikalarını belirleyen bir kuruluştur. NATO bunu, bünyesine dahil ettiği ülkelerdeki öncelikle güvenlik aygıtlarında kurduğu, giderek sermaye gruplarından, sözde sivil kuruluşlara ve medyaya kadar oluşturulan ağ ile sağlamaktadır. Resmi metinlerinde SüperNATO olarak anılan bu mekanizma, Avrupa’daki adıyla Gladyo, Türk devletinin içine yerleştirilen FETÖ’nün babasıdır. Türkiye, bu mekanizma vasıtasıyla adım adım milli devletin tasfiye edildiği bir süreci yaşamıştır. NATO üyeliği, faili meçhullerle boğuşan, terörün zirveye çıktığı, komşularıyla boğaz boğaza gelen bir Türkiye ortaya çıkarmıştır.
Türkiye, NATO konseptlerinden uzaklaştıkça ve içerideki SüperNATO mekanizmasıyla mücadelede başarı kazandığı ölçüde ulusal menfaatlerini gerçekleştirme imkanı yakalayabilmiştir. 15 Temmuz 2016 sonrası dönemin en önemli dersi budur.
Şu gerçeği açık bir şekilde saptayalım: Türkiye, 1990’ların ortalarından itibaren NATO içinde NATO’ya karşı mücadele vermektedir. 70 yıllık sürecin, özellikle son 30 yılın ortaya koyduğu durum şudur: NATO’da kalmak, Türkiye’ye karşı tehditleri azaltmamakta tam tersine artırmaktadır.

Soğuk Savaş Rusya ABD