Ne oldu sizin Peker fotoğrafınıza?
Aydınlık’ı takip edenler görüyorlar; Sedat Peker’in “olay yaratan” videoları hangi bağlantılar, hangi ilişki ağları, hangi istihbarat örgütlerinin operasyonel hesapları içinde anlamını buluyormuş, ortaya dökülüyor. Aydınlık, 100. yaşını kutlarken, bu geleneği yaratabilme sırrını yine eylemli olarak gösteriyor. Meğerse gazetecilik bir analiz işiymiş, eskiler meslek derlerdi, bir mesleğiniz yani programınız, eyleminize yön verecek bir fikir çerçeveniz olmaksızın, olayların ardından nal toplamaktan başka bir şansınız kalmıyormuş.
Organize suç örgütü lideri olduğu sürekli vurgulanan Sedat Peker’in aslında bizatihi kendisinin organize bir örgütün operasyon görevlerini yaptığı anlaşılıyor. Böylesi milliyetçi geçinen birinin doğrudan ABD-İsrail merkezli bir operasyonda rol alması, bunu yapmaya mı zorlandı, zokayı mı yuttu, oyuna mı geldi, başka çaresi mi yoktu gibi soruları akla getirse de, ayrı bir tartışma konusu. İstihbarat örgütleri kimi neresinden yakalayacaklarını gayet iyi bilirler.
Ama benim aklıma takılan bir husus daha var. Elimde değil, aklıma geliyor işte.
Hani Vatan Partisi İstanbul İl Başkanı Cem Dikmen, Sedat Peker’le birlikte poz vermişti ya. İstanbul il yöneticisinin işlettiği restorana davetliydi de masasına giderken Sedat Peker’in masasının yanından geçiyordu. Restoran sahibi onları birbirine takdim etmişti de, nezaketen bir poz fotoğraf çekilmişti hani. O tek poz fotoğraftan dünyayı açıklayabileceklerini zanneden bofiler, “Vay! Mafyayla içli dışlı oldular” falan deyip bozuk çalmıştı hani. İşte olguları ne nedenleri ne sonuçlarıyla ele almaya, maddeyi anlamaya hiç mi hiç ihtiyaç duymayan o “pirüpak” insanlar, şu aralar Sedat Peker operasyonu ile ilgili bilgileri Aydınlık’tan okuyup öğreniyorlar. Başka kaynaklardan öğrenebilecekleri bilgiler olsa olsa Sedat Peker’in taze fasulyenin yanında cacık sevip sevmediği düzeyinden ibaret çünkü. İnsanın güleceği tutuyor.
Tek kare resim ya da haber başlığı üzerinden her şeyi anladığını zanneden insanlar bilime karşı kendiliğinden bir itiraz ortaya koymuş olurlar. Neden mi? Çünkü bilim, insanoğlunun olan biteni anlamak için önyargılarının, gündelik tecrübesinin ya da inançlarının işe yaramadığı aşamada ortaya çıkar.
Hangi toplumlar veya insanlar bilime ihtiyaç duymazlar?
Önyargıları, gündelik tecrübeleri ya da inançları ile her şeyi anladığını, açıklayabildiğini zannedenler…
Maddenin değişmesi uzun süreçlere yayılabilir. İnsan ömrünün sınırlarını aşabilir. Böyle uzun süreçli değişmelerin içinde yaşayan insan, hiçbir şeyin değişmediği algısına kapılır. Niceliğin birikmesini algılayamaz. Maddi çevreye hâkim olan istikrar durumu, önyargı ve inançlarımızı maddeye dayatmamızı ve gerçekten bir süreliğine işe yarar görünmesine neden olur.
Ama nicelik birikiminin niteliği değiştirmeye başladığı an geldiğinde, kafanızdaki kuruntuların dünyayı açıkladığı zannınız çökmeye başlar. Dicle taşar, ekinler sular altında kalır. Doğa sizin bilimsizliğinizi hesaba katmaz, hükmünü yürütür. Bu anlarda önyargılarınızı maddeye dayatabileceğinizi zannetmekten gelen akılsızlığınızın bedelini açlık tehlikesiyle ödersiniz. Bilim neden Sümerlerde ortaya çıktı? Fırat ve Dicle’nin taşkın zamanlarını hesaplamayı başaramazlarsa ağır bedeller ödeyecekleri için değil mi? Yani hayatın maddesi kendisini dayattığı için…
Böyle anlarda, bilimin saati çalar. Artık önyargı ve inançları bir tarafa bırakıp, olguyu kendi kanunları içinde anlamaktan başka çare kalmamıştır.
Bilimsizlik kendisini bize dayatmadıkça sorun yaratmaz. O fotoğraf karesi, düne kadar sizin hangi önyargılarınızı güçlendiriyor, hangi inançlarınızı pekiştiriyorsa onlara sarılıp, mutlu mesut yaşadınız. Ama olgular kendini dayatıp, madde sizin inançlarınızın yanlışlığını bütün haşmetiyle ortaya koyduğunda, Aydınlık’ı açıp neler olup bittiğini öğrenmeye başladınız.
Sahi, ne oldu kanıt diye gösterdiğiniz o Peker fotoğrafına!