28 Eylül 2024 Cumartesi
İstanbul 26°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ne yapmalı?

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Geçen yıl, değerli bir şair arkadaşımızın evinde yemekteydik. Bizim dışımızda bir başka şair arkadaşım ve eşi de vardı. Ev sahibi bizden gençti. Yıllardır böyle bir şey yapmıyorduk. Şair arkadaşım, selam-sabahtan sonra, "Şimdi nerede yazıyorsun?" diye sordu. Nerede yazdığımı söyledim. Bir yıldır Aydınlık'ta yazdığımdan haberi yoktu. Hürriyet gazetesinde yazdığım dönemde okuyor muydu beni, bilemiyorum. Çünkü o dönemde neredeyse yüz yüze görüşmemiştik.

Bir şair arkadaşın gazetede yazdığım politik yazıları okumaması mümkün mü? Ben, öncesini ihmal edelim, 1960'tan itibaren gazetelerde yazan bütün cumhuriyetçi şair ve yazarların yazılarını okudum, bu yazılardan oluşan kitapları satın aldım. Melih Cevdet Anday, Oktay Akbal, Turhan Selçuk, Çetin Altan (artık okumuyorum), Mehmet Kemal...

***

Laf lafı açtı, şair arkadaşım, iktidarda bulunan AKP'nin seçmen kitlesini gönderme yaparak, "Biz onları hep küçümsedik, adam yerine koymadık. Şimdi onlar bizden intikam alıyorlar!" dedi.

Yemeğe davetli öteki şair arkadaşımın eşi de Ülker'e, "CHP'ye katiyen oy vermem. Ulusalcı bir parti o, Kürt sorununun çözümlenmesine karşı çıkıyor" demiş.

Bu da yanlış! "Ulusalcılık Milliyetçilik Değildir" başlıklı yazımda ulusalcılığın ne anlama geldiğini yazmıştım. Ayrıca sözlüğe bakarak, Türk ulusalcılığı ve milliyetçiliği ile Nazi Nasyonalizmini aynı sepete koymak, hem düzenbazlık hem budalalıktır. Böyle bir şeyi siyasetçiler yapabilir ama bir şair ve edebiyat yazarı asla yapmamalıdır. Nasyonalizm ırkçıdır, ayrımcıdır, faşisttir ve Yahudi düşmanıdır. Milliyetçilik, sağdadır, kapitalizmden yanadır, tutucudur, tam anlamıyla laik değildir, militaristtir. Ulusalcılık, Türkiye'ye özgü bir kavramdır: Soldadır, anti-kapitalist ve anti-emperyalisttir, anti-militaristtir, tam anlamıyla laiktir ve programı 6 Ok'la özetlenebilir.

***

Ülkenin aydınları da ağızdan dolma tüfeğe döndü. Çoğunluğu tek başına düşünme yeteneğini yitirmiş durumda. Çoğunluk birbirini tekrarlıyor.

CHP'nin, Kürt sorununa, nesnel ve bilimsel yaklaştığı söylenebilir: "Özerklik, federasyon, ayrılık istemiyorsanız, anadilde öğretim hakkını dayatmamalısınız. Çünkü üniter bir devlette resmi dilin dışında ikinci bir yerel dille eğitim-öğretim yapmak mümkün değildir. Çünkü ikisi bağdaşmaz" diyor.

Daha önce bu konuda ben de kaç kez yazdım: Kürtlerin özerklik ve federasyon istemeleri, ayrı bir devlet kurma tercihleri hem ulusal hem de uluslararası bir durumdur. Bu sorunu, hümanizma ile, demokrasi ile, insan hakları ile, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkıyla ayrı ayrı çözümlemek ne yazık ki mümkün değildir.

Bu nedenle, aydınlar, yazarlar, şairler ve sanatçılar her konuda çok şey bilmelerine karşın Kürt sorunu konusunda duygusal olmak, empati kurmak dışında dişe dokunur bir düşünce üretemiyorlar. Üretemezler. Kimse kendi başına bir çözüm üretemez. Bu konuda tek hakem vardır: Ayrılık, federasyon ve özerklik isteniyorsa, uluslararası hukuk. Böyle bir şey istenmiyorsa, gerçek demokrasi; ülkenin resmi adından, ulusun uluslararası adından gocunmamak; milliyetçi alınganlıktan kurtulmak. Bu konuda da bir eşek yükü yazı yazdım daha fazla yazmak istemiyorum.

***

Aydın, yazar, şair ve sanatçıların bir başka açmazı da türban. Bu takı bir kadın modası olsaydı, kolaydı. İkinci dünya savaşı sırasında kadınlar uzun saçlarını file içine tıkıştırırdı. Daha önce şapka takar, gözlerinin önüne tül indirir, eldiven giyerlerdi. Türbanın modayla ya da yaşamın maddi değişimleriyle herhangi bir ilişkisi yok. Türbancıların kendi dediklerine göre, dinsel inançları dolayısıyla takıyorlar.

En azından 15 yıldır yazıyorum: Kuran'da türban takma zorunluluğuyla ilgili herhangi bir ayet yok. Nur Suresi 31.ayet saç-baş örtmekle ilgili değil, göğüslerin ve cinsel organların örtülmesi, gizlenmesi, gösterilmemesiyle ilgili. Bu konuda sahih hadis de yok. Geriye İslam ulemasının (!) tefsirleri kalıyor ki, bu tefsirlerin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Türban takan biri, İslami inancı yüzünden taktığını söylüyorsa, kutsal kitaptan başka dayanağı olamaz. Efendim falanca tarikat şeyhi şöyle demiş, filanca fıkıh âlimi böyle demiş. Bunların hiçbir değeri yoktur.

İslami dayanağı olmayan türbanı dinsel inançları dolayısıyla taşıdığını söylemekte direnenler, kendilerine göre bir din icat etmektedirler.

***

Biraz cömert olalım, türbancı hatunların taşıma gerekçelerinin dinsel olduğunu kabul edelim. Din bir zamanlar toplumsal bir olguydu, efendinin (kralın, imparatorun) dini ne ise halkın da dini o dindi. Efendi dinini değiştirince tab'a da din değiştirirdi.

İbni Haldun, "Kamu egemenin dinindedir" der. Çünkü "egemen", elinin altındakileri "yenmiş olan"dır. (İbni Haldun, Mukaddime I, Kaynak Yayınları, S. 318)

İbni Haldun bu satırları yazdığı dönemde din, toplumsal, kamusal bir olgu idi. Bu durum taa 18.yüzyıla kadar sürdü. Laikliğin icadı ile, kendisi istemese de, din kamusal alandan çekildi ve kişisel, bireysel alanın ögesi oldu.

Nazlı Ilıcak ve Nagehan Alçı hanımlar, bunu bilmediklerinden olacak, türban takmanın dinsel, inançsal özgürlük bağlamında değerlendirmek gerektiğini, dolayısıyla engellenemeyeceğini ileri sürüyorlar. Çünkü laiklik dinsel inançları korurmuş. Altan ve Kadri beyleri susturuyorlar.

***

Laikliğin dinsel inançları koruduğu, tam anlamıyla bir mahalle kahvesi safsatasıdır. Laiklik hiçbir inancı desteklemez, hiçbir inancı korumaz; laiklik bireylerin inançla ilgili özel ve bireysel dünyalarına burnunu sokmaz. Ama, tam tersine, kamusal alanın sınırlarında bekler, nöbet tutar; din ve inançları kamusal alanın sınırlarından içeri sokmaz.

Okullar, devlet daireleri, TBMM kamusal alandır. Nötrdür. Dinsel simgelerden arındırılmıştır.

Birtakım kadın milletvekillerinin hacca gittikleri için özellikle türbanlanmaları, kendi bireysel alanlarını ilgilendirir. Ama başlarında türbanla, bir kamusal alan olan TBMM'nin kapısından bir Müslüman hacce olarak içeri giremezler.