28 Eylül 2024 Cumartesi
İstanbul 26°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ne yapmamalı?

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

20 yıl önce bir apartman dairesinde yaşıyorduk. Beşinci katta biz oturuyorduk. Dördüncü katta erkek Ermeni, kadın Rum bir karma aile vardı. Haçik ve Meri iki harika insandı. Üçüncü katta, bir Bulgar aile yaşıyordu. Petre (Bedri) Bey müthiş yardımsever ve çok iyi bir ustaydı. İkinci katta oğluyla birlikte bir Yahudi hanım oturmakta idi. Çocuğa Ülker çocuk kitapları verirdi. Okumaya meraklıydı.

Birinci kattaki tipik Türk-Müslüman aile dışında geriye kalanlar tam bir uyum içinde yaşamaktaydı. Birinci kattaki aile Türk ve Müslüman olduğu için kendini 2, 3 ve 4 katta yaşayan ailelerden üstün görüyordu. Oyunu biz bozuyorduk. Çünkü biz "Tipik Türk ve Müslüman" bir aile değildik. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlarıydık.

Bodrum katında ise, kiracı olarak bir çiçekçi vardı. Tam anlamıyla, Anadolu'dan göç etmiş bir pirinhaydı. Bir belediyenin bütün çiçek ve çelenk siparişleri buradan giderdi. Belediyeyle arası bozulunca iflas edip gitti.

***

Toprağı bol olsun, Haçik'le bazen rakı içerdik. Biraz içince içlenir, "Adım Haçik değil de Osman olsaydı, ......'daki arsalarıma el koyup stadyum yapamazlardı!" derdi. Haklıydı. Meri Hanım, şair ve yazarlığıma önem verirdi. Oğulları bir Türk kızıyla evlenmişti. Birinci kattaki Türkler yüzünden evi satıp Cihangir'e taşınmamıza çok üzülmüşlerdi. Arada telefon ederlerdi. "Ne güzel komşuyduk!" derlerdi. Meri de Haçik'ten sonra uzun yaşamadı.

Bulgar ailenin kızları her Paskalya'da çörek ve yumurta getirirdi bize. Ben de bunları alırken "Hristos anesti (İsa Yaşıyor!)" derdim.

***

Birinci kattaki Müslüman Türkleri ve çiçekçiyi bir yana bırakalım, bizler (2, 3, 4 ve 5. kat) tam bir uyum halinde, işbirliği içinde yaşıyorduk. Birbirimize üstünlük taslamıyorduk. Yaşadığımız apartman daireleri ortamında tam bir eşitlik içinde yaşıyorduk. Petre Bey her resmi bayramda, giriş kapısının yanındaki boruya Türk bayrağı takıyordu. 1950-60'lara kadar yapılan evlerde ve apartmanlarda bu borulardan mutlaka vardır. Özellikle Şişli'de ve Sıracevizler Caddesi'nde. Bayrak asmak için. Çünkü bu bayramlar Yahudilerin, Ermenilerin, Rumların ve Ortodoks Bulgarların da bayramıydı. Ramazan ve Kurban'da bizim bayramımızı kutlarlardı.

Eski İstanbul nostaljisi yapmıyorum. Eski ve yeni İstanbul'u "pirinha" olduğu için sevmem. Azınlık dediğimiz vatandaşlar, ne zaman sona ereceği bilinmez "Osmanlı hoşgörüsü" altında değil de, Cumhuriyet'in laik yasalarına göre eşit olarak yaşadıkları için kendilerini (geçmişin anıları yüzünden) yüzde yüz olmasa bile vatandaş olarak hissediyorlardı.

Bizim apartman tam anlamıyla bir Türkiye idi. Ermeni iddia ve olayları, Kıbrıs ve Yunanistan gerginliği, Türklerin Bulgaristan'dan göçmek zorunda kalmaları bizler için sorun olmuyordu. Uyumsuzluklar ve çekişmeler devletler arasında idi.

Bu barış ve sükûn ortamını apartmanda ne sağlıyordu? Bizlerin bireyler ve aileler olarak çok yüksek insani değer ve erdemlere sahip olmamızdan mı yoksa Cumhuriyet'in vatandaş olarak bizlere sağladığı eşitlik ve özgürlük ortamından mı?

Elbette ikincisi sayesinde!

***

Sözü dünkü yazıma getirmek istiyorum: AKP tarikatı hükümetinin, uyguladığı hikmeti kendinden menkul siyaset yüzünden, çevremizdeki ülkelerin hiçbiriyle arası iyi değil. İran'la, Ermenistan'la, Irak'la, Suriye ile, Lübnan ile, Yunanisan'la (Türkiye'nin değil, Türk halkının değil) AKP hükümetinin bir sorunu var. Azarbeycan'la, Rusya ile, hatta Bulgaristan'la arası bozuk. Başbakan'ın Kosova'yla ilgili sözlerinden dolayı Sırbistan'la da arasına kara kedi girdi. Sırp hükümeti resmi özür bekliyor. Müslüman Kardeşler yüzünden, Mısır'ı, Tunus'u, Cezayir ve Fas'ı da karşısına aldı.

Neden mi? Bu ülkelere karşı eşitlik ölçüsünü kaçırdığı ve onlara Sünni-İslam penceresinden baktığı, Sünni-İslamın ideolojisinin terazisi ile tarttığı için.

***

Türkiye'nin içine gelince: Kürt sorununu AKP hükümeti çıkarmadı. Ama yarayı kangrene çevirdi. Çünkü, Kürt sorununa uluslararası hukuk bağlamında bakmayı beceremedi. Cumhuriyet rejimini değiştirmek için Kürt sorununu kullanmak istedi ve kullanıyor. Sorunun kangrenleşmesinde Kürtleri temsil ettiğini ileri süren kadroların da epeyce yüklü kabahati var.

Şu anda neden silahlı ayaklanma çıkardıklarını kendileri bile açık seçik bilmiyor, biliyorsa tasvir edip açıklayamıyor. "Bu sorunu şimdilik zamana bırakalım" diye yazacaktım ki Diyarbakır'daki ortaoyunu sahnelendi. "Ortaoyunu"nun önüne isteyen bir sıfat kondurabilir, ama ben sadece şunu yazacağım: Başbakan Erdoğan, Diyarbakır'da, tek başına, metazori (de facto) bir Anayasa ve yasa değişikliği yaptı ve de TBMM'de onaylanmamış bir siyaset izledi. Mahşer gününden önce hesabı sorulur bunun.

***

Aynı şekilde, türban, imam-hatip okulları, devlet yapısının AKP hükümeti tarafından İslamileştirilmesi sorunu, 24 saat bile ertelenemez. AKP hükümeti, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin cumhuriyetini kabul etmediği için ülke (silahsız) bir iç savaş halinde. Siyasal partiler, bütün dünyada, ülkenin kurulu düzeni içinde hükümet etmek için iktidara gelirler. Ama AKP, öyle anlaşılıyor ki, hükümet etmek için değil, cumhuriyet devletinin rejimini değiştirmek için iktidara gelmiş.

Laik düzen bozulduğu zaman, ülkenin özgürlük ortamı yok olur ve vatandaşlar arasındaki eşitlik sona erer. Bunun sonucu olarak Kürtler de aralarında olmak üzere Müslümanlar ayrıcalıklı ve üstün vatandaş, birinci sınıf vatandaş durumuna gelirler ve herkesin olan (kimsenin olmayan) kamusal alana egemen olurlar.

Ülkenin huzuru bozulur; Aleviler, laikler, Müslüman olmayanlar, Başbakan Erdoğan'ın şahsi koruma (!) altına aldığı ateistler, ikinci sınıf vatandaş durumuna düşerler. Ve elbette böyle bir eşitsizliği kabul etmezler ve buna boyun eğmezler.

***

Simgesel sonuç olarak: Milletvekili kadınların hacca gidip "Hâcce" olmaları bireysel ve özel bir durumdur. "Hâcce" oldukları için Cumhuriyet düzenini bozarak, TBMM'ye giremezler.