10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Neden ilk hedef Ordu?-(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Neden ilk hedef Ordu?

Bir ülkeyi çökertmek istiyorsanız önce o ulusun en güvendiği gücü saf dışı etmelisiniz.

Eğer 19 Mayıs olmasaydı, eğer Gazi Mustafa Kemal o 1920 günü işgal sürecinde İsmet Paşa’ya Orduyu yeniden düzenleme görevini vermeseydi ne olurdu?

İsmet Paşa anlatır ki; “Disiplinsiz ordu, başıbozukların oluştuğu yasa tanımaz güç birlikleri ortada cirit atarlar ve ülke sadece Ordusu iç isyanlarla boğuşurken, bir taraftan da, çete reisleri fırsatı ganimet bilerek, kendi bildiklerini yparlar ve halka İşgalin yabancı çizmelerinin seslerini aratırlardı.” Kuvvay-ı Milli Müdafaa-i Hukuk’tan geliyordu ama onun gerisindeki güç, yasa tanımaz astığı astık, kestiği kestik bir güçten başka işe yaramazdı. Kuvvay-ı Milliye’nin karşısında bulunan Saraya ve Padişahı şahaneye bağlı Kuvvayı İnzibatiye Osmanlı subaylarının emrinde güçlerdi. Gazi Mustafa Kemal biliyordu ki; ‘Çürümüş bir İmparatorluğun ordusu da, ondan farklı olmayacaktı”

1920’de Meclis disiplinli orduyu kurma görevinin İsmet İnönü’ye verilmesi basit bir rastlantının mı sonucudur, yoksa yıllarca savaş alanlarında Erkan-ı Harbiye’de görev yapmış bir zabit olması mı?

Şimdi anlaşılıyor mu? İktidar sözcülerin ve ana muhalefet liderinin Atatürk ve İsmet İnönü düşmanlığı, Ordu’ya karşı oluşları değil mi?

İşte disiplinli, yurtsever ordu ortadan kaldırıp, yerine uluslararası güç odaklarının güdümünde bir ordu kurdunuz, ya olanı ehlileştirdiniz mi, ne Osmanlı’nın cengaverliği ne de batı dünyası gözündeki gücü kalır ne askerin savaşacak morali.

AKP iktidarının ustalık döneminde başardığı en büyük marifet budur. Halkın güvendiği, tüm kamuoyu araştırmalarında en güvenilen gücü halkın gözünden düşürmeye görün, bir de görürsünüz ki; ne sokaklarda asayiş kalmıştır, ne TSK’ya güven. Emperyalizm bütün ekonomik gücüyle üstünüze çöker, sizi alabildiğine borç batağına sürükleyen ve pohpohlayanlar, günü gelir sizi öyle bir köşeye sıkıştırırlar ki yalnız bırakırlar ki, ne mücadele edecek mecaliniz ne karşı koyacak mali gücünüz kalmıştır.

600 milyar dolara varan borç yükü ekonomiyi çökertirken bir müzmin hastalık nüksetmiştir: “Kendine göre ordu, kendine göre üniversite, kendine göre sağlık politikası, kendine göre dargı, kendine göre eğitim sistemi isteyen o kadar çok iktidar gördüm, yaptıklarına tanık olduk ki?”

Değerler pazarı

Böyle zamanlarda topluma bir bakarsınız ki, DNA’sı tümden değişmiştir. Aydınları suskun, yazarları çıkar peşinde, basını sansürlenmiş, TV’leri susturulmuş, tiyatrolarına el konulmuş, velhasıl tüm değerleri topraklarıyla açık pazarda satılık hale gelmiştir.

Ya Parlamentosu ne haldedir?

Demokratik ülkelerde parlamentolar sadece sayısal çoğunluğun emrini parmakları havada parlamenterle dolu değildir. Yüzde 49 oy almak başarıdır da, bu demek değildir ki, artık azınlık, yani muhalefet susup oturacak?

1957 yılında bir seçim yapılmıştı. O seçimde Paşa’nın küçük muhalefeti akıl almaz bir çalışma ile 178 milletvekili çıkarmayı başarmış zamanın Başbakanı’na “Allah bana bir daha o 27 Ekim 1957 gecesini yaşatmasın!” dedirtmişti. O 178 kişilik muhalefet DP iktidarına kök söktürmüştür. Sanmayın ki; İsmet Paşa’nın gerisinde kendisine bağlı bir Generaller grubu vardı? Tersine iktidarın Genelkurmay Başkanı Milli Savunma Bakanı’nın paltosunu tutan o talihsiz Erdelhun Paşa’ydı. Neye yaradı ki? Kendisine bağlı KKK Orgeneral onu atlayarak doğrudan Milli Savunma Bakanı’na o tarihi mektubu yazarak Cumhurbaşkanı'nın istifa etmesini istedi. Dinlemediler. Sonra bir sabah O Genelkurmay Başkanı Yassıada’da, Orgeneral Gürsel de Çankaya’da.

1950 sabahı Celal Bayar bir jep içinde Meclis’e girerken, Meclis’te bir imam Arapça Kuran okuyor, Hacı Bayram Camii’ndeki imam da minberden bağırıyordu: “-Halife kapıda bekliyor.” Halife hala bekliyor mu?

Kimse o parlamento sıralarını dolduran 450 milletvekilinden- 178’i- dışında onlar için sokaklara düşmedi. Kimse onlara ağıt yakmadı. O zaman milli irade yok muydu? Hukuk yok muydu? Satılık insanlar neredeydiler? Ya medya ne yapıyordu? Çetin Altan Akşam’daki köşesinden askerlere övgüler yağdırıyordu.

Bayar- rahmetli- bir kez “Demokrasinin bir keyfiyet değil kemiyet rejimi olduğunu” söylediğine bin kere pişman olmuştu.

Bunlar geçmişten anılardır. Ancak bir gerçeği de gözden uzak tutmayalım. 88 yıllık Cumhuriyetin hayat damarları kanatılıyorsa bilinmelidir ki, her şey önce TSK’nın “şanlı” ordudan “zanlı” orduya geçişiyle başladı. 28 Şubat’ın, 12 Eylül’ün yaşı 90’nı geçmiş komutanlarının yargılanması da. Ordusu olmayan, ya da kendi silah arkadaşlarını koruyamayan bir ordu yaratılırsa, bunun adı nedir? İktidarı muhalefeti ele geçirilmiş, en mukaddes değerleri hızla çöken hukuksuz, özgürlükleri ipotek altında bir topluma gidiş. Bir Karşı Devrim.

Unutmayalım ki; “Her yeni gün yeni bir başlangıçtır. Elbette her karşı devrim de, başka bir devrimin habercisi olabilir!” Bunlar böyledir de hala aklımın almadığı bir sorun var: 1982 Anayasası hala yürürlükteyken nasıl oluyor da Meclis dini siyasete alet edildiği yer olmakta?